Sömürge döneminde Afrika sinemasından söz etmek imkansız

Afrika sineması üzerine sinema yazarı Mehmet Baydemir ile konuştuk. Baydemir, “Sömürge öncesi dönemde bir Afrika sinemasının varlığından söz etmek çok da söz konusu değil” dedi.

Newstimehub

Newstimehub

7 Kas, 2024

Afrika sineması üzerine sinema yazarı Mehmet Baydemir ile konuştuk. Baydemir, “Sömürge öncesi dönemde bir Afrika sinemasının varlığından söz etmek çok da söz konusu değil” dedi.

ZEYNEP KARACA

Afrika kıtasında sinema alanında neler yaşandığına dair çok bilgi sahibi değiliz. Bir milyardan fazla insanın yaşadığı kıtadan aldığımız haberler, ilgilisi değilsek sınırlı. Burada elbette bizim de sorumsuzluğumuz söz konusu. Afrika sinemasına biraz yakından bakmak için sinema yazarı Mehmet Baydemir ile konuştuk. Sömürge döneminde Afrika’nın sinemayla ilgisinin oldukça sınırlı olduğunu hatırlatan Baydemir, “Bunda sinemanın bir propaganda aracı olarak kullanılmasının önüne geçmek isteyen sömürgeci güçlerin rolü büyüktü. Dolayısıyla sömürge öncesi dönemde bir Afrika sinemasının varlığından söz etmek çok da söz konusu değil” dedi.

Sahra Altı Afrika sineması deyince ilk olarak bilmemiz gereken neler? Bir Amerikan, Alman, İngiliz sinemasından söz edebiliyoruz, aynı şekilde Sahra Altı Afrika sinemasından söz etmek mümkün mü?

Afrika’ya küresel ilgi her geçen gün artıyor. Geleneksel sömürgeci güçlerin yanında Çin, Rusya, Hindistan, İran gibi ülkeler de Afrika’yla yakından ilgileniyor. Tabi Türkiye de 2005 Afrika Açılımı’nın ardından kıtayla ilişkilerini yıldan yıla geliştiriyor. Bu durum Afrika’ya olan ilginin küresel boyutunu gösterirken Sahra Altı Afrika sinemasının yükselen trendini de göz önünde bulundurmak gerekiyor.

Öncelikle şunun altını çizmek gerekiyor. Sahra Altı Afrika’da 40’tan fazla ülke bulunuyor ve her biri bambaşka özelliklere sahip. Afrika; tarih, din, dil ve kültürel farklılıkların olduğu bir kıta. Her ülkeden farklı hikâye çıkarmak mümkün. Afrika’ya bütüncül bir şekilde bakmak indirgemeci bir bakış olsa da genel olarak araştırmacılar Afrika’yı bir bütün olarak ele alıyor.

Sahra Altı Afrika’daki film endüstrisi son yıllarda kıtayı aşan ve dünya çapında izleyiciye ulaşan çarpıcı filmlere imza atıyor. Geçtiğimiz yıl Netflix’te gösterime giren Nijerya yapımı The Black Book (2023), Afrika sinemasının yükselişine örnek gösterilebilir. Zira film Netflix listelerinde 3 numaraya ulaşarak önemli bir başarı kazandı.

UNESCO, Afrika film sektörünün 2023 yılında 20 milyondan fazla iş yarattığını ve Afrika kıtasının Gayri Safi Milli Hasılası’na 20 milyar Amerikan Doları katkıda bulunduğunu tahmin ediyor. Afreximbank, 2024 için 1 milyar dolarlık film finansmanı kolaylığını duyururken Netflix, Amazon Prime ve Showmax gibi dijital platformlar da Afrika filmlerine daha fazla ilgi göstermeye başladı. Afrikalı yapımcılar, bu platformlarla içerik anlaşmaları imzalayarak küresel alanda daha fazla görünürlük kazanıyor. Afrika filmlerinin tüm dünyaya yayılmasına imkân sağlayan bu durum, aslında Afrika sinemasının da dönüşümünü gerçekleştiriyor. Bunu Afrika sineması açısından iyi ya da kötü şeklinde değerlendirmek zor. Ancak gelenekten beslenen Afrika sinemasının Hollywood filmlerine benzemesi elbette Afrika sinemasının özgünlüğünü ortadan kaldıracaktır.


Afrika filmlerinde sömürge geçmişine denk gelebiliyor muyuz? Sömürgenin sinemaya yansımaları üzerine neler söylemek istersiniz?

Sömürge öncesi dönemde Afrikalıların sinemaya ilgisi oldukça sınırlı düzeydeydi. Bunda sinemanın bir propaganda aracı olarak kullanılmasının önüne geçmek isteyen sömürgeci güçlerin rolü büyüktü. Bu yasaklar, Afrika sinemasını politik, kültürel ve sanatsal ifade aracı olarak büyümesini engelledi. Dolayısıyla sömürge öncesi dönemde bir Afrika sinemasının varlığından söz etmek çok da söz konusu değil. 

Takip ettiğim kadarıyla Afrika filmlerinde sömürge öncesine dair bir iz yok. Epik hikayelerin ve destanların yer aldığını görmek mümkün. Bununla birlikte sömürge sonrası dönemde yapılan filmlere bakıldığında (Xala, Touki Buki, Hyenas gibi) yönetmenlerin daha çok toplum eleştirisi yaptığı görülüyor. Bunun yanında Demokratik Kongo Cumhuriyeti asıllı yönetmen Raoul Peck’in Lumumba’sı (2000), Sambizanga ve Apartheid rejimine karşı mücadelenin sembolize edildiği filmler bağımsızlıkların nasıl kazanıldığına dair ipuçları veriyor. İronik bir şekilde sömürge döneminde ve sonrasında Afrika’nın sömürge geçmişi büyük ölçüde Batılı film yapımcıları tarafından temsil ediliyor. Yirminci yüzyılın başındaki filmlerde Afrikalılar vahşi, yamyam ve köle olarak tasvir ediliyor. Kings of the Cannibal Islands (1908), Voodoo Vengeance (1913), Congorilla (1932), The Four Feathers (1939), The African Queen (1951), Zulu (1964), Khartoum (1966) gibi filmleri buna örnek olarak gösterebiliriz.

Bağımsızlık sonrasında oluşmaya başlayan Afrika sinemasında baş edilmesi gereken birinci husus Batılılar tarafından yerle bir edilen Afrika imajının yeniden inşası oldu. Ousmane Sembene ve Oumarou Ganda gibi film yapımcıları Afrikalı imajını düzeltmek için sinemayı önemli bir politik araç olarak gördü.

Günümüzde ise Afrika sineması modern meseleler ve evrensel problemlerle ilgili çok çeşitli temaları ele alıyor. Göç; Afrika ile Avrupa ülkeleri arasındaki ilişkiler açısından ortak bir tema haline geldi. Senegal asıllı Mati Diop’un yönetmen koltuğuna oturduğu Atlantique’i (2019), Sissako’nun Heremakono’su (2003), İspanyol yönetmen Salvador Calvo’nun Adu’su (2020) bu çerçevede değerlendirilebilir.

Çad iç savaşının ardından intikam duygusu taşıyan bir yetimin konu edildiği ve yönetmenliğini Mahamat-Saleh Haroun’un üstlendiği Daratt (2006) gibi filmler de bu dönemde sinemaseverlerle buluştu. Mandela: Long Walk to Freedom filminde imzası olan İngiliz yönetmen Justin Chadwick’in The First Grader’ini (2011) de bu listeye dahil etmek sanırım haksızlık olmayacaktır. Zira Milli Eğitim Bakanlığı tarafından öğretmenlere önerilen film, 1950’lerde Mau Maular’ın İngilizlere karşı başkaldırısına da yer veriyor.

Yakın dönem Afrika sineması nasıl? Orada dikkatle takip etmemiz gereken isimler var mı?

Son yıllarda Afrika filmleri, zengin ve çeşitli sinema mirasına olan talep nedeniyle küresel sahnede daha fazla görünürlük ve tanınırlık kazanıyor. Özellikle eleştirmenler tarafından yapılan yorumlarda Afrika sinemasının 2023 yılında altın dönemini yaşadığı vurgulanıyor. Lagos’un hareketli sokaklarından Sahra’nın sakin manzaralarına kadar Afrika’nın zengin dokusuna dokunan filmler sinematik olarak da göz alıyor.

Afrika’da kadın yapımcılar, yaptıkları işlerle öne çıkmaya başladı. Afrika sinemasının sınırlarını zorlayan filmlere imza atan kadın yapımcılar, en gündelik olaylardan en derin konulara kadar çok sayıda konuyu ele alıyor. Burkina Fasolu yönetmen Apolline Traore’nin Sira’sı (2023) bir kadının nasıl savaşçıya dönüştüğünü anlatması açısından dikkat çekici. Abderrahmane Sissako’nun yazdığı ve yönettiği Timbuktu (2014) gibi terör olaylarını konu alan Traore, konuyu ele alışı açısından Sissako’dan daha cesur davranıyor. Kadınlar tarafından yönetilen ve terör olaylarını ele alan belgesel yapımlar da bu dönemde izleyici ile buluştu. Cyrielle Raingou’nun Le spectre de Boko Haram (2023) adlı filmi, Boko Haram’ın Kamerun’un kuzey bölgesine yönelik gerçekleştirdiği saldırılara değiniyor.

Afrika sinemasında çete savaşları da ele alınan konular arasında yer alıyor. Nairobi Half Life (2012 – Kenya) ve Tsotsi (2005 – Güney Afrika) bu filmlerin en bilinenlerinden. Yönetmen Jadesola Osiberu, Nijerya’nın şiddet kültürünü, çete savaşlarını ve bu kargaşanın siyasi ranta nasıl çevrildiğini Gangs of Lagos (2023) filmiyle akıllara kazıyor.

Animasyon endüstrisinin Afrika’da da yükselişte olduğunu not etmek gerekir. Artan nüfusu ile Afrika’nın küresel pazarda önemli bir güç olma potansiyeli bulunuyor. Afrika kültürü ve hikâyelerine talebin arttığı bir dönemde animasyon endüstrisi, çocuklara yönelik içerikler üretmek için fırsatlara sahip. 2023’te 13,3 milyar ABD Dolarına ulaşan Afrika animasyon pazarı büyüklüğünün 2032 yılına kadar 17,8 milyar ABD Dolarına ulaşması bekleniyor. Geçtiğimiz yıl Anthill Studio, 157.420 ABD Doları değerindeki filmi Mikolo ile ana akım sinema animasyonuna giriş yaptı. Walt Disney Animation Studios ve Pan-Afrika şirketi Kugali tarafından hazırlanan Kizazi Moto adlı film de yine bu dönemde sahne aldı.

Nollywood’un şaşırtıcı bir başarısı var   

Nijerya’nın Nollywood sineması var. Çıkışındaki iddiasını kanıtladı mı? Nollywood’dan dünyaya açılan ve önemli filmler var mı?

Afrika’daki film endüstrisinin öncüsü şüphesiz Nollywood’a ev sahipliği yapan Nijerya. Hollywood ve Bollywood’dan sonra akıllara kazınan Nollywood, yılda yaklaşık 2.500 filmlik şaşırtıcı bir üretim gerçekleştiriyor. Bu alanda Hindistan’daki Bollywood’dan sonra ikinci sırada geliyor.

Az önce bahsettiğimiz The Black Book ve Gangs of Lagos izlenme sayısı bakımından şimdiden önemli bir alan işgal etti diyebiliriz. Benim de pandemi sürecinde izlediğim 93 Days (2016), Nijerya ve Batı Afrika’yı saran Ebola virüsü tehlikesine dikkat çekiyor. Virüsün yayılmaması için mücadele eden doktorların hikayesine odaklanan film, önemli Nijerya filmleri arasında yer alıyor. Ancak benim favori filmim sömürge sonrası Nijeryasının ayrıcalıklı ikiz kızlarını konu alan Half of a Yellow Sun (2013). Romantik bir serüven olsa bile Yükselen Güneşin Ülkesinde, tarih ve savaş kategorisinde yer almayı hak ediyor.

Bununla birlikte IMDB’de 1999 yılında yapılan ve kötü ruhlar ve büyünün pençesindeki bir köyün hikayesini anlatan Igodo en iyi Nijerya filmleri arasında ilk sırada gösteriliyor. İkinci sırada Confusion Na Wa (2013), üçüncü sırada King of Boys (2018), dördüncü sırada Living in Bondage (1992) ve beşinci sıra The Bling Lagosians (2019) yer alıyor. Living in Bondage, gösterime girdiğinde büyük bir başarı yakaladı. Film, az kaynakla neler başarılabileceğinin göstergesi olurken film yapımcılarının uzun metrajlı filmler yapmak için video ekipmanı almalarının yolunu açtı. Ijé (2010) ve The Wedding Party (2016) de en çok hasılat yapan Nijerya filmleri arasında yer alıyor.

Giderek artan sayıda kaliteli yapım uluslararası film festivallerine katılıyor ve büyük film pazarlarında ilk gösterimlerini yapıyor ve önde gelen Nijeryalı aktörler uluslararası üne kavuşuyor. Günlük yaşamın basit hikâyelerini anlatan Nollywood’da yeni nesil yapımcılar güncel toplumsal sorunlara odaklanıyor.

Ancak Sahra Altı Afrika sinemasını sadece Nollywood ile sınırlandırmak diğer ülkelere haksızlık olacak. Listenin ikinci sırasında giderek popülerlik kazanan ve Gana’nın zengin kültürünü ve geleneklerini yüksek kaliteli yapımlarla sergileyen Ghallywood geliyor. Güney Afrika da film sektörünü dünyanın dört bir yanına ihraç ediyor. Sıra dışı konusuyla District 9 (2009) gösterime girdiği dönemde adeta şok etkisi yarattı. Uzaylıların dünyada mülteci olarak bulunmasını başarılı bir şekilde işleyen Neill Blomkamp, 2154 yılında geçen Elysium (2013) ile yine sinemaseverleri şaşırtmayı başarmıştı.

Kenya’nın film endüstrisi olarak bilinen Riverwood ise genel olarak yolsuzluk, yoksulluk ve HIV/AIDS gibi öncelikli toplumsal sorunları ele alıyor. Tanzanya film endüstrisi Swahiliwood ise ülkenin zengin kültürünü ve geleneklerini ilgi çekici anlatılarla yansıtan filmlerle, özellikle Kuzey Afrika’da sadık bir takipçi kitlesine sahip. Uganda’nın Ugawood olarak bilinen film endüstrisinin yanında Etiyopya’da da film endüstrisi ülkenin zengin tarihini ve kültürünü sergileme fırsatı buluyor. Zambiyalı film yapımcıları ise şiddet ve yolsuzluk gibi toplumsal sorunları ele alarak Afrika’nın güneyindeki sorunlara değiniyor. Kamerun’da, Fransızca ve İngilizce film yapımcılığını içeren Anglofon film endüstrisi Collywood olarak biliniyor. Afrika’daki en önemli sinemalardan biri de Burkina Faso sineması… Burkina Faso, başkent Ouagadougou’da her iki yılda bir Panafrika Ouagadougou Film ve Televizyon Festivali’ne (FESPACO) ev sahipliği yapıyor. 1969 yılında başlayan Festivale yalnızca Afrikalı film yapımcılarının yaptığı ve çoğunlukla Afrika’da üretilen filmler kabul ediliyor.

Hotel Ruanda, Kanlı Elmas, Çöl Aslanı Ömer Muhtar, İngiliz Hasta gibi Afrika deyince ilk akla gelen filmlerden, bu anlatıların bu kadar popülerleşmesindeki sebep sizce nedir? Bu filmlerin beğenilme gerekçesi nedir?

Bu filmler Afrika’yı işlese de yapımcıları genelde Batılılar. Yani Batı merkezli bir anlatının Afrika’yı ele aldığını söylemek mümkün. Tabi bu bakış açısı bu filmleri değersizleştirmemeli. Ancak Ruanda’daki katliamda yabancı güç olarak hangi devletlerin rol aldığını ortaya koymak gerekiyor. Ya da izlemekten asla bıkmayacağımız Kanlı Elmas filminde de devletlerin rolüne daha fazla değinmek gerekirdi. Şirketler üzerinden devletlerin kendilerine alan açtığı bilinen bir gerçek.

Yeri gelmişken burada Batı merkezli Afrika filmlerine bir parantez açalım. Benim üçleme diyeceğim ama farklı yapımcılar tarafından ele alınan Afrika’da tarım yapan beyaz kadın filmleri var. Bunlardan ilki olan ve 1. Dünya Savaşı sürecinde geçen Out Of Africa (1985), İsveçli asilzadelerin Nairobi’deki çiftliklerini konu ediyor. Ancak filmde yerli Afrikalılar işgalci olarak görülürken asilzadeler toprak sahipleridir. Chocolat (1988), iç savaşın ortasında, kahve plantasyonunu ve ailesini korumaya çalışan Maria’nın hikayesini ele alıyor. Nowehere in Africa’da (2001) ise 2. Dünya Savaşı öncesinde Kenya’ya kaçan Yahudi bir aile anlatılıyor. Bir kadın olarak Jettel’in savaş süresince çiftlik işleri için mücadelesi ve aile ilişkileri filmin ana konusunu oluşturuyor. Bonus olarak her ikisi de Avustralyalı olan Nicole Kidman ile Hugh Jackman’ın başrollerini paylaştığı Australia (2008) filmini de bu kategoride değerlendirebiliriz. İkinci Dünya Savaşı döneminde geçen film, yerli Aborjinlerin ve melezlerin nasıl ötekileştirdiğini göstermesi açısından önemli.

İlk Black Panther’e hayat veren Chadwick Boseman’a saygı için onun siyahi mücadeleye verdiği katkıyı da eklemek gerek diye düşünüyorum. Marshall (2017), ilk Afro-Amerikalı Yüksek Mahkeme Yargıcı olan ve siyahilerin haklarını savunmak için eyalet eyalet dolaşan avukat Thurgood Marshall’ın hikayesi konu ediyor. 1941 yılında geçen ve dönem filmi olması açısından dikkat çeken Film, siyahi Thurgoos Marshall ile Yahudi avukat Sam Friedman’ın işbirliğine odaklanıyor.

Şehirli Afrikalı köylü Fransız temasını işleyen The African Doctor (2016), Uganda devlet başkanı İdi Amin ve kişisel doktorunun hikayesini anlatan Last King of Scotland (2006), kendini Mehdi ilan Muhammed Ahmed’in Hartum’u ele geçirme çabasını konu eden Khartoum (1966) da bence izlenmesi gereken filmler arasında yer alıyor.

Aklıma gelmişken Somali için bir parantez açmak istiyorum. Malumunuz Somali, uluslararası korsanlık faaliyetleri açısından adı sık geçen ülkelerden biri. Batılı yapımcılar için elbette kaçırılamayacak bir konu. A Hijacking (2012), Captain Phillips (2013), Fishing Without Nets (2014) ve The Pirates of Somalia (2017), Somalili korsanlar konusunda fikir edinmek isteyenler için bir yol gösterici olabilir. Tabi, Batılı bakış açısıyla…

Filmlerde güçlü Afrika vurgusu var

Afrika sinemasının geleceğini nasıl görüyorsunuz? Dünyada adından söz edebilecek bir noktaya gelebilir mi?

Afrika yükseliyor. The Economist tarafından Aralık 2011’de ortaya atılan bu ifade Afrika’ya olan ilginin de göstergesi… Marvel tarafından üretilen Black Panther (2018) ve Black Panther: Wakanda Forever (2022) filmleri de hiç şüphesiz bu yükselişi simgeleyen filmler. Beninli yönetmen Sylvestre Amoussou’nun hayali Afrika ülkesinden bahsetmek de gerek.

2006 yılında gösterime giren Africa Paradis’te AFRİKA Birleşik Devletleri’ni kuran Amoussou, The African Storm (2017) filminde ayali Tangara’nın ‘milli’ politikalarını ele alıyor. Sömürgeciliğe ve özellikle Afrika’nın sömürülmesine karşı ortaya koyduğu tavırla bilinen Amoussou, Batı’ya karşı Rusya ve Çin ile daha yakın ilişkileri vurguladığı filminde Afrikalı olmaktan duyduğu gururu saklamıyor. Filmlerde yer alan hayali güçlü Afrika ülkeleri, belki de önümüzdeki yıllarda yalnızca bir hayal olarak kalmayacak. Bu kehanetin gerçekleşmesi için kaç yıl beklemek gerekir bilinmez ama şu bir gerçek Afrika yükseliyor.

Afrika, daha geniş bir kitleye ulaşmayı hak eden çok sayıda güzel hikâyeye sahip. Fakat bu filmlerin daha kaliteli bir şekilde işlenmesi gerekiyor. Bunun içinde başta fonlar olmak üzere pazarlama, dağıtım ve satış noktalarının desteklenmesi gerekiyor.

Afrika-Türkiye ilişkileri son yıllarda artıyor. Bunun sinemaya da yansıyan etkilerini görüyor musunuz? Gelecekte de bu ilişkiler sizce ne aşamaya gelecek?

2005 Afrika Açılımı’yla birlikte Türkiye’nin Afrika’ya ilgisi oldukça arttı. Karşılıklı büyükelçiliklerin açılmasının yanında eğitim, ticaret gibi başlıklarda artan bir ivme söz konusu. Ancak bunun sinemaya yansıdığını söylemek oldukça zor. Ülkeler Afrika’ya olan ilgilerini filmler üzerinden gösteriyor. Çin, Wolf Warrior 2 (2017) filmiyle Afrika ülkelerine ‘yanımda dur, kazan’ diyor. Güney Kore ise Escape From Mogadishu (2021), Kuzey Kore’ye zeytin dalını 30 yıl önce Somali’de bulunan diplomatlar üzerinden uzatıyor. İsrail ise The Red Sea Diving Resort (2019) adlı film ile ülkedeki Falaşalara aba altından sopa gösteriyor.

Fakat Türkiye’de Afrikalılarla ilgili filmlerde bir temsil sorunu hemen göze çarpıyor. Örneğin Türkler Çıldırmış Olmalı (2009) adlı filmde Batı’nın inşa ettiği yamyam anlatısına yer veriliyor. Diğer bazı filmler de hatta müzik kliplerinde de bu temsile yer verildiğini görmek mümkün. Ancak bu temsil şekli Afrikalıları fazlasıyla rahatsız ediyor. Türkiye’de eğitim gören Afrikalı öğrencilerin en çok rahatsız olduğu konulardan birini zaten Afrika’nın yanlış temsili oluşturuyor. Afrika’nın açlık ve sefaletle boğuşan bir kıta olarak gösterilmesinden rahatsızlar. İnsani yardım kuruluşlarının bu temsil üzerinden yardım kampanyası düzenlemesini de etik bulmuyorlar.

Sorunuza dönecek olursak eğer şunları söylemek gerekir. 2011 yılında Somali’de yaşanan açlık ve kuraklıkta Türkiye kilit bir rol oynayarak Somalilerin yanında oldu. Eğer farklı bir ülke bunu başarmış olsaydı konuyla ilgili bir düzine film yapmıştı. Ancak aradan geçen 13 yıllık süreçte bunu ele alan tek sekans görmek bile mümkün değil. Türkiye-Afrika ilişkilerinde pek çok alanda kaydedilen ilerleme sinema alanında gerçekleşmedi.

Türkiye’nin Afrika ile ilişkilerinin gelecekte daha iyi yerlere geleceği muhakkak. Zaten insani yardım çalışmalarıyla gelişen ilişkiler Türkiye’nin Afrika’ya silahlı insansız hava araçları satmasıyla güvenlik boyutuna taşınmış durumda. Ayrıca Türkiye, Afrikalı emniyet ve askeri personelinin de eğitimini gerçekleştiriyor ve bu ülkelere askeri mühimmat satıyor. Ancak gelişen ilişkilerin sinemaya yansıdığını söylemek oldukça zor. Bununla birlikte bir not olarak Türk dizilerinin Afrika’da oldukça popüler olduğunu belirtmek gerekir.

Afrika dünyanın az gelişmiş kıtası olarak biliniyor. Afrikalılar sanıldığı kadara sinemadan uzak mı? Afrika’da sinemanın geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Bu soruya, Gana Ulusal Film Otoritesi CEO’su ve Afrika Sinema Zirvesi’nin düzenleyicisi Juliet Yaa Asantewa Asante cevap versin. 2030 yılına kadar genç Afrikalıların küresel gençliğin yüzde 42’sini oluşturması bekleniyor. Asante, bu büyük potansiyele rağmen sayısal verilerin hiç de iç açıcı olmadığını savunuyor. Kıtada 1.700’den az sinema salonu olduğunu belirten Asante, her 75.000 kişiye bir sinema salonu düştüğünü ifade ediyor. Asante bu durumu, Çin’de 82.000 ve Hindistan’da 9.000’den fazla sinema salonunun bulunmasıyla kıyaslıyor ve yatırımcıların sektörü riskli olarak bulmasının haklılığına vurgu yapıyor. Yine de karamsar olmamakta fayda var. Yer altı ve yer üstü kaynaklarıyla muazzam güzellikte bir kıta var ve Afrika yükseliyor.

Sizce mutlaka izlenmesi gereken Afrika filmleri hangileri ve neden?

Türkiye’de zaman zaman farklı sinemalara ilginin arttığını görüyoruz. Hollywood’un tahtının sallanması tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de şimdilik mümkün değil. Hindistan film prodüksiyon merkezi olan Bollywood, özellikle Amir Khan ve Shah Rukh Khan imzalı filmlerle, Türkiye’de bir dönem oldukça popülerdi. Güney Kore kökenli bir pop müzik türü olan K-pop’un yükselişiyle özellikle gençlerin Kore dizilerine olan ilgisi de arttı. Bunun yanında tematik filmleriyle öne çıkan İran sinemasının da hatırı sayılır bir izleyici kitlesinin olduğunu söylemek abartı olmaz.

Hotel Rwanda (2005), Lord of War (2005) ve Blood Diamond (2006) gibi Batı menşeli Afrika temalı filmler Türkiye’de bilinen yapılar. Ancak Afrika film endüstrisinin, şimdilik, Türkiye’de karşılık bulduğunu söylemek zor görünüyor. Oysa Afrika filmlerindeki çeşitlilik ve sinematik görseller pek çok sinemaseverin ilgisini çekebilecek düzeyde.

Her ne kadar etliye sütlüye karışmadan işin içinden çıkmak istese de Abderrahmane Sissako’nun Timbuktu’su (2014), sinematik açıdan oldukça etkileyici. Timbuktu’da kentin sokakları, tarihi yapısı çokça görülüyor. Çöldeki çadırda Kidane’nin eşi ve kızı için çaldığı gitar dinlenmeye değer. Yine Sisako’nun Heremakono’su (2002), sıradan bir Moritanya sahil kasabasının rutinine odaklanıyor. Günlük yaşamlarından kesitler sunan Heremakono benim sevdiğim filmler arasında yer alıyor.

Senegalli Yönetmen Djibril Diop Mambety’in sırtlanları anlatan iki filminden ilki olan Touki Bouki (1973), İngilizce olmayan ilk 100 film içerisinde gösteriliyor. Bu filmde yeni sömürgecileri ele alan Mambety,  Hyenas’ta (1993) ise sırtlanlara çokça yer veriyor. Defalarca tekrarlanan sırtlan görüntüleri, insanların aç gözlülük, bencillik ve yamyamlığına vurgudur. Senegalli yönetmen Ousmane Sembene’nin Xala’sı (1977) ise iktidar mücadelesinin hicivli bir portresidir. Uzun sömürge döneminin ardından kazanılan bağımsızlık zaferi, aslında Xala yani ‘iktidarsızlık’ göstergesidir. Fransız sömürgesi sonrasını anlatan bu filmler, sömürgeciliğin yalnızca şekil değiştirdiğini vurgulaması açısından son derece önemli ve mutlaka izlenmesi gereken filmler arasında yer alıyor.

Bağımsızlık mücadelelerini konu alan filmleri seven biriyseniz Afrika filmleri tatmin edici olacaktır. Ancak bu konuda ilk örneği, oldukça etkileyici olması açısından, Kuzey Afrika’dan vereceğim. Cezayir bağımsızlık savaşının ele alındığı La Battaglia di Algeri (1966), gerilla sinemasının iyi bir örneğini oluşturuyor. Filmin en etkileyici anı Fransız subayının ‘Ne istiyorsunuz?’ sorusuna hep birlikte verilen ‘İstiklal’ cevabı verdiği sahneydi.

La Battaglia Di Algeri filminde Gillo Pontecorvo’nun asistanı olan Sarah Maldoror’un ‘Sambizanga’sı (1973) en sevdiğim siyah Afrika direniş filmlerinin başında yer alıyor. Angola bağımsızlık mücadelesini ateşleyen film olarak bilenen Sambizanga, Angola’nın henüz bağımsızlığını kazanmamış olması nedeniyle Demokratik Kongo’da çekildi. Film, hem aile hem de ulus bağımsızlığının birlikte yürümesi gerektiğini göstermesi bakımından dikkat çekici. Film harekete geçme, isyan çağrısıdır.

Mandela: Long Walk to Freedom (2014) gibi Mandela’nın hayatını ve Apartheid rejimine karşı mücadeleyi ele alan çok sayıda film olsa da benim favorim genç yaşta idam edilen Solomon Kalushi Mahlangu’nun hayatını ele alan filmdir. Özgürlük çağrısı yapan Kalushi’de (2016), özgürlüğü elde etmenin yolunun kavgadan geçtiği alt metinde işleniyor.