Afrika uzmanı Halim Gençoğlu ile Güney Afrika’da Osmanlı izlerini konuştuk. Gençoğlu, Osmanlı’nın Afrika’da maddi manevi izini sürmenin halen mümkün olduğunu söyledi.
Cape Town Üniversitesi’nde akademisyen olan Halim Gençoğlu ile Güney Afrika’da Osmanlı İzleri kitabı üzerine konuştuk. Güney Afrika’da Osmanlı izlerinin bugün de diri olduğunu söyleyen Gençoğlu, Ebubekir Efendi, Özdemir Paşa, Evliya Çelebi gibi isimlerden bahsetti. Bugün izlenen politikada bazı yanlışlar olsa da; Afrikalı öğrencilerin Türkiye’de okutulmasının çok önemli olduğunun altını çizdi. Bugün Güney Afrika’da Osmanlı izlerine sokak sokak rastlamanın mümkün olduğunu belirten Gençoğlu, Türkler olarak bin yıldır Afrika’da olduğumuzu söyledi.
Genel hatlarıyla Afrika’da Osmanlı izleri üzerine neler söylemek istersiniz?
Çok geniş bir soru, öncelikle Afrika’nın neresini kastettiğimizi bilmemiz gerekir. Kuzey Afrika’yı kastediyorsak, 500 sene öncesine kadar gidiyor. 512’de Osmanlı Devleti’nin Cezayir’e yardım için ulaştığını biliyoruz. Hatta bunu alman filozof Engels, 1857’de ziyaret ettiği Cezayir’de anlatıyor. Burada her şey Osmanlı’ya ait, Osmanlı’ya dair, kültür, yaşam, düşünce, idare. Halbuki 1857’de, Engels’in gittiği Cezayir, ne yazık ki; 1830’da neredeyse 20 yıldır Fransız işgalindeydi. Ona rağmen oradaki büyük Türk-İslam izlerini bir Alman filozof itiraf ediyor. Hakikaten 1500’lü yıllarda, 1560’da özellikle, Özdemir Paşa’nın Kızıldeniz’den, bugün Sudan, Somali, Eritre, Kızıldeniz’in tam sonuna kadar yani Aden Körfezi’ne kadar Özdemir Paşa’nın yaptırdığı camiler, kaleler, hatta kendi mezarı Yemen’de vefat ediyor. Yemen’de vefat ediyor bugün Eritre, o zaman bizim Habeş Eyaleti diye geçiyor. Mezarını orada istiyor, dolayısıyla; çok uzun bir geçmişimiz var Afrika’yla. Bu Osmanlı geçmişi fakat eğer Türk izlerinden bahsediyorsak, o zaman, bundan bin 500 sene daha 600 sene daha önceye gitmemiz lazım. Çünkü Türk milleti Asya’dan çıktığı zaman bir kısmı Anadolu’ya, Kafkaslara doğru uzanırken, bir kısmı da İran yaylarından aşağından Bağdat’ta, Bağdat’tan Suriye yolu ile Mısır’a geçtiler. Abbasiler döneminden bahsediyorum, Abbasiler Türkler çok iyi savaşçı olduğu için onları kendi askeri gücüne kattı ve birçok fetihlerde bulundular. Onun dışında Fatimi Devleti (ismini Hz. Fatma’dan alır) aracılığıyla Mısır’a ulaştılar. Fakat Abbasi Hilafeti yıkıldığı zaman bu Türkmen Beyleri’nden biri olan Tulunoğlulları milattan sonra 686 yılında Kahire’de kendi adına bir beylik kuruyor. Daha sonra devlete dönüşüyor. Filistin bile bir dönem Tulunoğlu Ahmet’in emrine geçiyor. Para bastırıyor. Devlettüt Türkiye ettulunuye diye. Yani Türk Tuluni devleti diye para bastırıyor. Mısır Kahire’deki müzede, bu paralar muhafaza edilmektedir. Bu bizim Afrika’yla 1200 yıl önceki münasebetimizi ortaya koyuyor. Tabi bugün Kahire’de halen Tulunoğlu Cami, bizim Afrika’yla münasebetlerimiz açısından çok değer taşır. Ben bunu bazen yazılarımda da anlatmaya çalıştım. Ne yazık ki; bunu diplomaside biz kullanamadık. Şöyle söylemem gerekirse; Mısır Afrika’nın en Kuzey’de olan ülkesi, orada Tulunoğlu Cami, 1200 yıllıktır bir Türk Emiri’ne aittir. Ne yazık ki, bugün bu camide iftar yemeği bile veremedik. Biz diplomasi yaptığımızı zannediyoruz ama böyle olmaz. O nedenle Afrika ile olan ilişkimizi, batılı sömürge devletleri gibi değil de; iskan eden mamur eden bir noktadan ele almamız gerekiyor.
Bu bağlamda bir soru sorarsak, Osmanlı’nın Afrika’da yaptıklarıyla Batılı devletlerin yaptıkları arasında nasıl bir fark var sizce?
Şöyle söyleyeyim hiçbir benzerlik yok. Kıyaslanacak gibi bir şey değil zaten. Batı’nın istisnasız bütün devletleri, kıtanın başından sonuna kadar; her yerde bir zulüm mirası söz konusudur. Bunun tam tersi Osmanlı devleti, Memlüklüleri de katıyorum ben buna çünkü onlarda çok ciddi bir kültür mirası bıraktılar Afrika’da. Hatta büyük Tunuslu alim İbn-i Haldun’un meşhur eseri Mukaddime’de, Türklerin Mısır’dan, Sudan’a kadar, nizamı sağladıklarını, ırkçı bir millet olmadıkları için 200 bine yakın ordularında 40 bine yakın Afrikalı olduğunu yazar. Ortaçağın en büyük alimlerinden biridir. Şimdi bizdeki örneği de şöyle özetleyeyim. Biz ne yaptık Afrika’da, biz 1912 yılında, neredeyse 400 yıl idare ettiğimiz Libya’yı kaybettik aynı zamanda son Osmanlı toprağıdır Afrika’da. Libya’yı kaybettik fakat Libya’yı desteklemeye devam ettik, Libyalılar da bizi destekledi. Mesela Ahmet Senusi, Libya’nın meşhur lideri, Kurtuluş Savaşı’nda bizi destekledi. 1948-49’lara gelindiğinde, İtalyanlar artık, İkinci Dünya Savaşı’ndan da aldıkları darbenin etkisiyle; Libya’dan çekilmek zorunda kaldılar. Tam o sırada Libya’nın en büyük alimlerinden biri, bize mektup yazdı ve dedi ki; “bizi 400 yıl idare ettiniz, Allah sizden razı olsun, İtalyanlar çekiliyor, lütfen gelin bizi yeniden idare edin” bu Afrika tarihinde başka hiçbir millete nasip olmuş bir şey değildir. Demek ki Türkler Libya’yı 400 yıl huzur içinde idare etmiş ki; Libyalı alim, Libyalılar adına gelin bizi idare edin diyor. Bundan sonra Adnan Menderes başa geldi ve bu teklifi canı gönülden kabul etti. Emekli generallerimizi gönderdi. Bu generaller Libya milli ordusunu kurdular. Sadullah Koloğlu’nu yolladılar, emekli Hakkâri valisi. Arapçası çok iyi, aslen Türk olsa da Libya’da doğmuş; Libya’nın tarihini, dinamiğini bilen biri. İyi bir şahsiyet, onu bilerek yolluyorlar. Ve Libya’nın ilk başbakanı bir Türk oluyor, Sadullah Koloğlu. O zamanlar Celal Bayar, gidiyor, Turgut Reis’in mezarında program yapıyor. 1950’lerden bahsediyorum, Türkiye-Libya ilişkilerinin zirvede olduğu bir zaman. İtalyanlar, Türklere karşı karalama kampanyası düzenliyor ama işe yaramıyor; çünkü Libyalılar, Türklerin kendilerine neler kattığını çok iyi biliyor.
Peki Osmanlı döneminde Afrika’da öne çıkan isimler kimler. Bunlar alimler olabilir, diplomatlar olabilir. Osmanlı-Afrika ilişkileri dediğimizde ilk akla gelen isimler kimler?
Bunu yine son 400 yıla yaymak icab eder. Mesela Kuzey Afrika’da, Özdemir Paşa’dan bahsetmek zorundayız. Özdemir Paşa aslında Memlüklerin büyük bir komutanı. O da tabi Kafkas asıllı bir Türk. Memlüklüler 1517’de Yavuz Sultan Selim’ e yenilince, aslıda Yavuz Memlüklüleri tam yok etmiyor, sadece hakimiyet mücadelesinden dolayı ordu gücünü kırıyor. Fakat halkına hiç dokunmuyor. Çünkü Türkler. Önemli alimlerini ve komutanlarını ordusuna davet ediyor. Bunlardan biri Özdemir Paşa’dır. Özdemir Paşa’yı mutlaka burada anmalıyız. Hatta mezarının tamir edilip onun adına Eritre’de ve Türkiye’de bir konferans düzenlenmesi gerekir. 1650’lerde vefatından yüz yıl sonra Evliya Çelebi, mezarını ziyaret ediyor. İbrim, bugün Sudan’a bağlı şehirdir, orada yaptırdığı camiyi tarif ediyor. Bu caminin tamir edilip kültür hazinesi olarak korunması gerekir. Özdemir Paşa proje olarak görülmeli. Tabi Evliya Çelebi’yi de anmak lazım. Sadece Afrika’yı gezip yazmamış, mezarı Afrika’dadır, Mısır’da. On ciltlik Seyahatnamenin onuncu cildi Afrika üzerinedir, Afrika’dan dönemiyor. Onun dışında Libya’da mezarı olan Turgut reis, çok büyük bir kahramandır. Özellikle Portekiz gücünü kırmış olması, Portekiz kaynaklarında çok geçer. Bunlar dışında önemli bir isim Erzurumlu Ebubekir Efendi’dir. Dört mezhep müftüsü, fıkıh alimi. Güney Afrika’ya büyük hizmetler etmiş, orada evlenmiş, orada yaşamış. Güney Afrika deyince Ebubekir Efendi başta gelir. Ebubekir Efendi’yi Hindistan’da, Endonezya’da, Tanzanya’da tanımayan yok.
Bu bağlamda şeyi de sormak istiyorum, Afrika’da günümüzde yaşayan Osmanlı izleri var mı?
Günümüzde yaşayan izler; adım adım var, her köşesinde var. Kuzey Afrika’dan hiç bahsetmiyorum, Mısır’da Kahire’de ana cadde de yürüyün her yer Osmanlı yapısıdır. Fakat coğrafi sınırların ucunda Murişis diye bir ada var. Murişis’de 1890’larda, orada başkonsolosluk yapan alimin çocukları beni buldular. Muhammed Davci Efendi, hem alimdi hem de Osmanlı fahri konsolosuydu. Davci, Balkan Savaşı’nda, Turablusgarb Savaşı’nda bize bağış yolluyor. Murişis nerede biliyor musunuz, Hindistan’la, Afrika arasında Hint Okyanus’unun orada, küçük bir ada. Fakat o kadar tesirli şeyler yapmışlar ki; o insanlar unutmamışlar Osmanlı’yı. Onun torunu bana Abdülhamit’in Hicaz demiryolu için gönderdiği madalyanın fotoğrafını gösterdi. Bunun dışında Güney Afrika’da Sultan Abdülhamit han adına iki tane cami vardır. Nurul Hamidiye, Cape Town’da, Nurul Osmaniye Cami var. Burada vazife yapan Osmanlı alimi Hişam Nimetullah Efendiye, maaşının gönderildiğine dair belgeleri ben camiye hediye ettim. Cape Town’da bir cami daha var Mecidül Aziz, adını Abdülaziz Han’dan alıyor. Müslümanlar camiyi tamamlayamayınca, Osmanlı hilafetinden yardım istiyorlar. Sultan Abdülaziz Han da duyuyor bunu, kendi kesesinden para gönderiyor. Camiyi tamamlıyorlar ve çok güzel bir cami oluyor. Ben orada 2016 yılında bir program yaptım, beni davet ettiler o camiye. Orada duyguyu, düşünceyi hissediyorsunuz, orada Osmanlı mirası yaşıyor.
Günümüzde Türkiye Cumhuriyeti’nin Afrika’yla kurduğu ilişki, Osmanlı dönemi izlerini taşıyor mu? Ne gibi farklılıklar var?
Türk akademisyen olarak söylüyorum, Afrika’da ders veren biri olarak, bana göre Ak Parti döneminin en büyük başarısı; Afrika’dan öğrenci alıp Türkiye’de yetiştirmek. Türkiye’deki okullarda yetişmelerini sağlamak ve Türkçe öğrenmelerini sağlamak, bence Afrika’nın mirası olarak kalacak en önemli politikalardan biridir. Biz bugün Cape Town’da bazı Osmanlı mezarlarını onardım, beni sosyal medyadan takip edenler bilir. Takdir eden arkadaşlar var ama bunun faydası ileri de daha çok anlaşılacak. Bunu neden söylüyorum aynı öğrencilerin Türkiye’ye getirilip okutulması gibi; çünkü orada kurduğunuz münasebetler. Ben Cape Town’da her yıl Ebubekir Efendi’yi ölüm yıldönümünde anarım, torunlarıyla birlikte. Torunlarından biri de Güney Afrika’nın sanayi ve ticaret bakanı İbrahim Pater. Onu da davet etmiştim Cape Town’daki tarihi müzeye. Ben ona dedim ki; ben son dakikada Türkiye’ye davet edildim ama siz programa katılın mutlaka dedim. Oraya çok önemli birileri de geldi, diyanet işleri başkanı falan. Kur’an hediye ettik. Meşhur apartheid döneminde öldürülen Abdullah Harun’un kızı, İmam Harun Vakfı Başkanı Fatma Harun geldi. Güney Afrika’da ben bir vakıf kurdum, vakıf aracılığıyla yaptık bunları. Vakfın bütün üyeleri Ebubekir Efendi’nin ailesinden. Bunları ileriye dönük projeler olarak görüyorum. Türkiye Cumhuriyeti de Afrika’ya yerli halkla iletişim içinde olmalı, bunlar daha kalıcı işler. Kurban eti dağıtmak gibi şeyler kalıcı olmayacak. Özellikle Türk kökenli ailelerle birlikte projeler yapılabilir. Fakat şu anda Türkiye’de beş bine yakın Afrikalı öğrenci var. Tekrar ediyorum, o öğrencilerin ilerleyen dönemlerde, ülkemizin tanıtılması, Afrika’yla olan münasebetlerin kurulması açısından, çok faydaları vardır. Bu ilerleyen zamanlarda daha iyi görülecektir.
Afrika’dan Türkiye’ye bakış nasıl? Pozitif bir bakış mı? Osmanlı dönemi gibi mi?
Genel itibariyle pozitiftir. Türkiye, Afrika’da hiçbir zaman sömürgeci olmadı. Fakat bunu çok daha iyi kullanabiliriz. Mesela bazı bizim büyükelçiliklerimiz çok pasif hareket ediyorlar. Osmanlı mirasını çok dikkate almadan, Türkiye Cumhuriyet’i ilişkilerini yazışma üzerinden yürütüyorlar, sahaya çıkmadan. Bu özellikle son on yılda Güney Afrika-Türkiye ilişkilerine çok zarar vermiştir. Eldeki potansiyel yüzse, onlar on beşiyle hareket ediyorlar. Şöyle bir örnek vereyim; İbrahim Pater beyle iftar yaptık. Türk Büyükelçiliği davet göndermiş kabul etmemiş İbrahim Pater. Ben de iftarda söyledim Türk Büyükelçiliği size davet göndermiş, haberiniz var mı dedim. Bana söylediler dedi. Neden kabul etmediniz dedim. Kusura bakma Halim ama dedi; bak burada seninle iftar açıyorum, benim dedemden bahsediyorsun, tarihten, Osmanlı’dan, Hilafet’ten bahsediyorsun, ben bundan çok memnunum. Sizin büyükelçilerle ben kadeh, kadehe konuşamam, ben öyle bir kültürden gelmiyorum dedi. Yani şunu demek istiyorum; Güney Afrika müslümanları ya da diğer Afrika Müslümanlarının bekledikleri yine o eski Osmanlı dönemi ilişkileri.