Dışişleri Bakanı Fidan, müstakil siber güvenlik teşkilatının hükümetin gündeminde olduğunu bildirdi

Fidan, “Müstakil bir siber güvenlik teşkilatı kurulması hükümetimizin gündemine getirildi. Cumhurbaşkanımız bunun artık olması gerektiğine dair bir irade koydular” dedi.

Anadolu Ajansı

Anadolu Ajansı

19 Eyl, 2024

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, “Müstakil bir siber güvenlik teşkilatı kurulması hükümetimizin gündemine getirildi. Cumhurbaşkanımız bunun artık olması gerektiğine dair bir irade koydular.” dedi.

AAtölye’de Anadolu Ajansı (AA) Editör Masası’na konuk olan Fidan, gündeme ilişkin soruları yanıtladı, değerlendirmelerde bulundu.

AA’ya kendisini misafir ettiği için teşekkürlerini sunan Fidan, Lübnan’da elektronik cihazlarda meydana gelen patlamaların yaklaşık 1 yıldır devam eden “savaşın bir parçası” olduğunu söyledi.

Fırsat Operasyonları

Fidan, Türkiye’nin “savaşın başından itibaren” İsrail’in stratejisine yönelik bir gerçeklik gördüğüne işaret ederek, “İsrail, ilk önce Gazze’yle ilgili hesaplarını bir görecek; ondan sonra Lübnan’a bu işi kaydıracak diye. (Lübnan’daki saldırılar) Şimdi adım adım Lübnan’a doğru tırmandırmaya başladığını görüyoruz. Tabii son 2 gündür olan patlamalar elektronik cihazlarla ilgili, bunlar tabii istihbarat literatüründe ‘Fırsat Operasyonu’ diye nitelendirilen operasyonlar.” dedi.

İsrail’in Hizbullah’ın yapacağı satın almaları teknik ve insani istihbarat kaynaklarıyla önceden öğrendiği tespitini yapan Fidan, daha sonra şirketlere nüfuz etmesiyle Lübnan’daki durumun ortaya çıktığını kaydetti.

Fidan, bu tarz saldırıların yeni bir konsept olmadığını ve bu yöntemi istihbarat örgütlerinin çok sık kullandığını belirterek “(Lübnan’daki saldırılar) Burada tabii bir farklılık var. Bu büyük bir çapta, bu büyük bir çapta kullanılıyor. Bu tabii büyük bir çapta olunca çok; binlerce insanı etkileyen bir operasyon.” diye konuştu.

Saldırıların ilk gününde Lübnan Başbakanı’nı aradığını hatırlatan Fidan, geçmiş olsun dileklerini ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın selamlarını ilettiğini ayrıca Türkiye’nin her türlü tıbbi desteğe hazır olduğunu vurguladı.

Bakan Fidan, bölgedeki tırmanmanın endişe verici olduğunun altını çizerek, “İsrail’in yürüttüğü bu operasyonların giderek daha büyük provokatif bir şekle dönüşmesi ve karşılığında da artık Hizbullah’ın, İran’ın ve diğer onlara yakın unsurların artık cevap verme dışında da bir seçenekle karşı karşıya kalmamaları gibi bir noktaya geldik artık.” ifadelerini kullandı.

Siber güvenlik konusunda Türkiye’deki kurumlarda büyük bir farkındalık olduğunu aktaran Fidan, Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı bünyesinde bir genel müdürlük olduğunu söyledi.

Fidan, MİT ve Emniyet Teşkilatı’nın da bu konuda etkili olduğuna değinerek, “Müstakil bir siber güvenlik teşkilatının kurulmasıyla ilgili konu hükümetimizin de gündemine getirildi.” dedi.

Bakan Fidan ayrıca Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da bunun olması yönünde irade koyduğunu ve çok yakında hayata geçeceğine işaret etti.

“(İki devletli çözüm konusunda) uluslararası toplumda büyük bir bilinç oluştu”

İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) Arap Ligi ülkelerinin oluşturduğu temas grubunun faaliyetleri olduğunu hatırlatan Fidan, bu faaliyetlerin zaman zaman kamuoyuyla da paylaşıldığını kaydetti.

Fidan, “Özellikle Filistin meselesinin unutulmuş tanımını, unutulmuş boyutlarını yeniden gündeme taşımada ve Filistin meselesine nasıl yaklaşacağını tekrar önceliklendirmede çok muazzam bir rol oynadı.” dedi.

Gazze’de devam eden bir “katliam” ve “soykırım” olduğunu vurgulayan Fidan, bunun durdurulması için elinden gelenin yapılması gerektiğini vurguladı.

Fidan, bir taraftan bunun engellenmeye çalışıldığını öte yandan da Filistin meselesinin tekrar etmemesi için iki devletli çözüm konusunda çaba sarfedildiğini belirtti.

Birleşmiş Milletler (BM) kabul eden karar tasarısına atıfta bulunan Fidan, daha önce de BM’nin hem Filistin’i devlet olarak tanımasıyla ilgili 150’den fazla ülkenin kabul ettiği bir karar tasarısı olduğunu hatırlattı.

Bakan Fidan, “Şimdi de 124 tane üyenin uluslararası adalet divanının aldığı İsrail’in işgal ettiği topraklardan bir yıl içerisinde çekilmelidir. Kararını onaylayan bir genel kurul kararıyla karşı karşıyayız.” diye konuştu.

Filistin Devleti’nin unutulduğunu ancak iki devletli çözümün tekrar gündeme taşınmasının iyi olduğunu ifade eden Fidan, şunları kaydetti:

“Bu noktada uluslararası toplumda gerçekten çok büyük bir bilinç oluştu. Artık uluslararası toplum şu gerçeği teslim ediyor ve arkasında duruyor. İsrail’e nasıl devlet veriliyorsa Filistinlilere devlet vermesi lazım. İsrailliler nasıl egemenlik ve güvenlik peşinde ise Filistinlilere egemenlik ve güvenlik peşinde olmalı.

Bunun ikisinin olmadığı bir yerde birisinin egemen güvenlik için her şeyi yaptığı bir yerde, diğerinin ise edilgen baskıya uğrayan, köleleştirilmiş bir toplum olması meselesine artık kimse kabul etmiyor, almıyor da ama bunu sürekli yüksek bir sesle vurgulamak, anlatmakla mücadelesini vermek gerekiyor.”

Böyle bir meşruiyet alanı olduğunu ifade eden Fidan, “Diğer taraftan da Netanyahu’nun Batı desteğiyle yürüttüğü bölgede, 20. Yüzyılın başlarında başlatılmış, Filistin topraklarını tamamıyla çalma projesinin son nihayete erdirilmesi projesi de bir taraftan devam ediyor.” diye konuştu.

Gazze’de “katliam ve soykırımın” devam ettiğini yineleyen Bakan Fidan, Lübnan’a yönelik tehditlerin devam ettiğini, İran’ın devreye girmesiyle daha büyük bir savaşın çıkması gerçeği ile de karşı karşıya kalındığını vurguladı.

Fidan, bu risklerin halihazırda mevcut olduğuna işaret ederek, riskin azaltılıp çözümü daha da öne çıkarmayla ilgili neler yapılabileceği üzerinde sürekli çalışıldığını kaydetti.

Bakan Fidan, riskin bölgesel savaş da başlayıp neredeyse küresel savaşa erişme potansiyeli taşıdığını aktararak, dün yaptığı Ürdün ziyaretinde, Ürdün’ün de Batı Şeria’da olan olaylardan dolayı askeri alarm seviyesine gelmiş durumda olduğunu kaydetti.

Bakan Fidan, “Çünkü artık orada olacak Israil oldu bitkisine sessiz kalmayacağını, Ürdünlüler artık hem dostlarına hem uluslararası muhataplarına iletiyorlar. Bu alarm verici bir şey, bizim şu anda Lübnan’ı düşünürken, içine alacak Mısır’ı da içine alacak bölgenin tamamını içine alacak bir savaş riski her zaman için mevcut ve Netanyahu bunu durdur yani bunu ilerletmeye kararlı.” dedi.

Fidan şunları kaydetti:

“Filistin devletine şu an bir veto uzaklığındayız. Sadece dünyadaki 200’e yakın çoğunluğunun tanıdığı BM Güvenlik Konseyi üyelerinin itiraz etmediği Sadece Amerika hariç bir devlet konusu var. Zaten tanıyan devletler Filistin’i devlet ilişkisini sürdürüyorlar. Filistin’in devletleşmesi, devlet olarak tanıması ve işlemesi konusundaki hukuki ve uluslararası tanımlık konusunda aslında çok şükür bütün aşamalar hemen hemen BM Güvenlik Konseyi hariç tamamlanmış durumda.”

Asıl problemin İsrail’in devam eden soykırımı ve işgalinden dolayı Filistin Devleti’ni kendi egemenlik haklarını, ya da organlarını kullanarak kendi kendi yönetememe sorunu olduğunu kaydeden Fidan, İsrail’in iki devletli çözümü, özellikle Netanyahu’nun olduğu dönemde unutturarak de-facto durumu uluslararası sisteme kabul ettirmeye çalıştığını söyledi.

Fidan, ayrıca şu ifadeleri kullandı:

“Maalesef bazı yani Filistinliler de, özellikle tabii imkansızlıktan dolayı, Filistin yönetimi olarak kalanı, ‘bize ne kadar imkan veriliyorsa bu verilen imkanlarla bu işi götürelim. Ne kadar toprak kaldıysa onu götürelim’ gibi bir kabul edilmişlik içerisinde oldukları için onlar da aslında bu projeye biraz da dolaylı da olsa hizmet ettiler. Şimdi gelinen noktada bu hikaye tekrar başlangıç noktasına dönüyor ve olması gereken noktaya dönüyor insanlar. Çünkü Filistin meselesi Kudüs’ü de içerdiği için sadece Filistin’de yaşayan Arap kardeşlerimizi ilgilendiren bir konu değil, İslam coğrafyasının tamamını ve ötesini ilgilendiren bir konu. Dolayısıyla burada İslam coğrafyasının hassasiyeti, Müslümanların hassasiyeti, toplumların bu konudaki hissiyatının devletler tarafından politikaya dönüştürülmesi ve uygulamaya konması şu anda iki devletli çözümü tekrar gündeme çok güçlü bir şekilde getirdi.”

“İsrail’deki fanatik radikal hükümet bütün tehditleri yok etme stratejisi güdüyor”

İsrail’in Gazze Şeridi’ne yönelik devam eden saldırılarına ve saldırıların nasıl biteceğine ilişkin değerlendirmelerde bulunan Bakan Fidan, şunları söyledi:

“İsrail, bu savaşa nereden bakıyor bence o soruyu sormak gerekiyor. Yani bu savaşı siyasal bir çözüme götürmek için ve kalıcı bir barış için mi istiyor? Yoksa bu savaşı klasik savaş yöntemlerini kullanarak, tırnak içinde tehdit olarak gördüğü her şeyi elimine ederek, askeri, siyasi, ekonomik diğer yeteneklerini kullanarak yine klasik yöntem uygulamak istiyor? Bizim gördüğümüz İsrail’deki şu andaki fanatik radikal hükümet bütün tehditleri yok etme stratejisi güdüyor. Bunun için bütün askeri kabiliyetlerini mobilize etmiş durumda ve bunun için aşamalı strateji uyguluyor Gazze’den sonra şimdi Lübnan’a geçiyor, daha sonra belki başka hedeflere doğru yönelecek.”

“İsraillilerin geleceği ipotek altına alınmış durumda”

Fidan, İsrail’in saldırılarına devam ederken ABD ve Batılı ülkelerin desteğini arkasına aldığını ifade etti.

İsrail’in eylemlerine dur diyecek bir irade ve gücün olması gerektiğinin söyleyen Bakan Fidan, şu ifadeleri kullandı:

“Uluslararası sistemin bir araya gelip çok geç olmadan buna dur demesi lazım. Ya da İsrail’in kendi içerisinden aklı selim insanların ortaya çıkıp bu çılgınlığı durdurması lazım. Neden? Bu çılgınlık sadece Filistinlilere zarar vermiyor, İsrail’in ve İsraillilerin de geleceğini ipotek altına almış durumda. Bu kadar masumu siz katlederseniz, topraklarını çalarsanız, onursuzlaştırırsanız, bunun üreteceği tepkinin altında siz uzun yıllar kalırsınız ve bu tepki ne zaman, hangi şekilde kendisini gösterecek ve nerede gösterecek bilemezsiniz. Bu sizi gelecek on yıllar yüzyıllar güvensizlik sarmalı içerisine koyacak. Aklı başında olan İsrailli bunu görüyor ama şu anki hakim zihin, fanatik zihin aklı selimden uzak tamamıyla yok etmek üzerine dizayn edilmiş bir politika uyguluyor.”

İsrail’in söz konusu politikasının tasvir edilmesi ve sınıflandırılmasının önemine değinen Fidan, şöyle konuştu:

“Konu İsrail olunca, konu İsrail’in desteklenmesi olunca Batı’da o kadar fazla bir tek düzelik, o kadar fazla kendiliğinden üretilmiş hakikat algılayışı vesaire vardı ki insanlar alternatifi bile sorgulamıyordu. Şimdi geldiğimiz noktada aslında bunun sadece ilgili Müslüman topluluklar nezdinde değil, dünya coğrafyasında sorgulanabilir olması sadece Filistin meselesinde bir haklılık noktasını ortaya çıkarma değil, artık dünya şunu söylüyor ezilenlerin, sömürülenlerin, uluslararası sistem tarafından gözleri boyanan bir kamuoyu vesilesiyle tahakküm altına alınan toplulukların artık bir dakika burada söylediğiniz bütün hikaye yalan, anlattığınız şey kurgu, uyguladığımız politika zulüm bunun değişmesi gerekiyor. Değişmezse dediğim gibi çeşitli bir şekilde kendisini gösterecek.”

Fidan, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed ile görüşmeye hazır olduğuna ilişkin ifadesini anımsattı.

Esed yönetimiyle epey zamandır askeri ve istihbari gibi çeşitli formatlarda görüştüklerini anlatan Fidan, “Özellikle Ruslar ve İranlıların olduğu ortamlarda hep görüşüldü.” dedi.

Fidan, 2017’den itibaren Astana Formatı ve Türkiye’nin Ruslarla yaptığı diğer askeri mutabakatların neticesinde Suriye’deki rejimle muhalefetin arasında “dondurulmuş bir savaşın” olduğunu ve bir çatışmanın olmadığını belirterek “Bir sessizlik ortamı var. Herkes kendi bölgesinde duruyor. Bu sessizlik ortamında aradan geçen zaman içerisinde biz, belli konuların aslında kalıcı olarak çözülmesine yönelik adımlar atılmasının gerektiğini düşündük. Tabii burada tarafların bu adımları atması gerekiyor.” ifadelerini kullandı.

Türkiye’nin, rejim ve muhaliflerin kendi aralarında anlaşabileceği bir siyasal çerçeveye ulaşmasını istediğini vurgulayan Fidan, “Birleşmiş Milletler (BM) kararları uyarınca bu olduğu zaman bizim için sorun kalmıyor.” dedi.

Suriye ile normalleşme meselesi

Fidan, Türkiye ile Suriye’nin normalleşmesinden önce bazı sorun alanlarının yönetilmesi gerektiğini dile getirerek, şunları kaydetti:

“Yurt dışında milyonlarca Suriyeli mülteci neden var? Kendi halkıyla, muhalefetiyle problemli olan bir yönetim, milyonlarca mülteci üretmiş durumda. 3 milyondan fazlası Türkiye’ye gelmiş durumda. 5 milyon da Türkiye’nin ve Türkiye dostlarının Suriye içerisinde etkin olduğu bölgelerde yaşıyor, rejimin kontrolünün dışında. Biz, orada bu sistemi kurmuş olmasaydık 5 milyon insan daha Türkiye’ye gelmiş olacaktı. Neden biz Suriye’nin içerisinde dost unsurlarla varlığımızı sistematik bir şekilde yapıyoruz? Çünkü hala orada rejimle ilişkilerinde kendisini güvende hissetmeyen 5 milyona yakın bir kitle var.”

Bu kitlenin rejimle barış ve güven ilişkisini tesis etmediği sürece Türkiye’nin daha fazla göç almayla ilgili endişelerinin izole edilmesinin mümkün olmadığının altını çizen Fidan, “Bırakın var olanların geri gitmesini, gönüllü bir şekilde daha fazla mültecinin Türkiye’ye gelmesini engelleyecek bir sistem olmuyor. Biz, hep şunu söylüyoruz: Kendi muhalefetinizle nasıl bir sistem kuracaksınız? Kendi halkınla, milyonlarla nasıl barışacaksın? Odaklanmanız gereken yer burası.” diye konuştu.

Fidan, Türkiye’nin mülteciler ve terörle mücadele meselesini çok rahat konuşabildiğini ve ne istediğinden emin olduğunu vurgulayarak “Cumhurbaşkanımızın o konudaki vizyonu fevkalade net. Kurumlarımız bu konuda son derece bilgili, Silahlı Kuvvetlerimiz olsun, Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) olsun, diplomasimiz olsun, bu konuda yoğun bir koordinasyonumuz var.” dedi.

Bakan Fidan, sorunun daha fazla ileriye gitmemesi, çatışmaların olmaması, daha fazla insanın ölmemesi ve mülteci olarak çıkmaması için çabaladıklarını belirterek, Türkiye’nin terörle mücadelesini sürdürdüğünü söyledi.

ABD’nin Suriye politikası

“Amerika, Suriye ile ilgili kendi taleplerinde aslında bu konuyu çok fazla ilişkilendirmiyor. Dolaylı olarak nereden ilişkilendirir? Amerika’nın ortaya koyduğu şartlarda, özellikle BM şartlarına yönelik birtakım çözümlerin olması gibi konular var çünkü Sezar Yasası biliyorsunuz, Suriye ile ticari ilişkiler dahil olmak üzere bütün ilişkileri Amerika, kendi hukuki normlarıyla yasaklıyor. Kendi hükümranlık alanı içerisinde olan entitelere.” diyen Fidan, dolarla ve Amerikan şirketleriyle iş yapan yapıların Suriye ile ticaret konusunda sıkıntı çektiklerine, bunun halihazırda kötü olan Suriye ekonomisini aynı durumda tuttuğuna işaret etti.

Fidan, Suriye’nin 3’te 1’inin ABD tarafından desteklenen terör örgütü PKK/YPG’nin işgalinde bulunduğuna dikkati çekerek “İşgal edilen bölgelerde de özellikle Suriye’nin çok işine yarayacak doğal zenginlikler var, petrol başta olmak üzere.” dedi.

Bakan Fidan, “(Suriye meselesinde) Türkiye’nin istediği tarzda bir çözümün olması halinde diğer sorunları da Suriye’nin daha rahat çözeceğine inanıyorum. Orada bir bağlantı var ama çok direkt bağlantı olmayabilir.” ifadelerini kullandı.

AB ile ilişkiler

Fidan, Avrupa Birliği (AB) Dışişleri Bakanlarının gayriresmi toplantısının, Türkiye’nin uzun aradan sonra katıldığı önemli bir toplantı olduğunu söyledi.

AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell ve AB Komisyonunun Komşuluk ve Genişlemeden Sorumlu Üyesi Oliver Varhelyi ile sürekli görüşüldüğünü kaydeden Fidan, “Birbirimizi ikili düzeyde tanıdığımız bütün aktörler, artık hepsi AB Türkiye konulu bir toplantıda bir araya geldik. Türkiye ile bir nevi dondurulmuş birtakım ilişkiler, ‘Bundan sonra nereye nasıl gidebilir?’ sorusuna bir cevap arama egzersiziydi. Esas itibarıyla bizim birebir yaptığımız ilişkilerde de gözlemlediğimiz konuların orada biraz daha yapısal bir şekilde tartışıldığı bir düzlem oldu.” değerlendirmesinde bulundu.

Fidan, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın AB ile ilgili ortaya koyduğu yenilenmiş bir vizyonunun olduğunu belirterek, “Her seçimden sonra Cumhurbaşkanımız, ülkemizin dış politikası ile ilgili, güvenlik politikası ile ilgili, dost düşman tanımı ile ilgili halkın artık iradeyi verdiği, makam olarak yenilediği ifadeleri var. Bunları dikkatle takip etmek gerekiyor ama bunlarda da ciddi bir devamlılık var. Terörle ilgili düşman tanımı, Türkiye’nin birliği, bütünlüğü tanımı ve aynı zamanda Avrupa Birliği ile ilgili konu. Bu konu da hep nettir. Seçildiği andan itibaren de tekrar Avrupa Birliği ile ilgili Türkiye vizyonunun değişmediğini Cumhurbaşkanımız vurgulamıştı. Ben bu konuyu açıkçası başlangıç noktası olarak ortaya koydum.” diye konuştu.

Bir ülkenin AB’ye girmesinin ve kabul edilmesinin karşılıklı irade beyanıyla gerçekleştiğini dile getiren Fidan, “Demokrasilerde bunun siyasi iradeyle mümkün olması gerekiyor. Şimdi Türkiye’nin 2004’ten itibaren ortaya koyduğu siyasi iradenin devam ettiğini biz ortaya koyduk ama Avrupa Birliği’nde 2008’den itibaren artık siyasi iradenin değiştiğini, bu noktada bir siyasi irade olmadığını, bu irade Türkiye-Avrupa Birliği üyelik ilişkilerini tam ortada bıraktı. Şimdi üyelik ilişkileri irade yoksunluğundan dolayı ilerleyemezken diğer taraftan aday ülke statüsüyle yapmamız gereken şeyler var. Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri içerisinde gerek ticari olsun, gerek siyasi olsun, bu konularda atılması gereken adımlar var. Yani üyelik konusu ilerlemiyor diye diğer konularda çalışmama olmaz.” ifadelerini kullandı.

Fidan, son yıllarda birtakım subjektif yaklaşımların, bazı AB ülkelerinin kendi konularını AB’nin merkezi konusu gibi yapma çabalarının AB gündemini Türkiye ile ilişkilerde biraz dibe çektiğini belirterek, “Burada biz tekrar bu dibe çekmeyi normalleştirme, özellikle ticaret, ekonomi, vize, eğitim, kültür gibi alanlardaki zaten var olan normal işleyişimizi daha da pekiştirmek, daha da yapısallaştırmak konusunda neler yapılabilir onu gördük. Şimdi gözlemlerimden biri şu, özellikle son 3-4 yıldır Ukrayna-Rusya Savaşı başta olmak üzere, Orta Doğu’daki Gazze savaşı ve diğer konular, Rusya ve diğer ülkelerin giderek daha başka bir boyuta evrilmesiyle, ittifak şekli itibarıyla, Avrupa Birliği’nin jeostratejik olarak bir alarm seviyesine geldiğini görüyoruz.” dedi.

Bakan Fidan, şöyle devam etti:

“Avrupa Birliği, esas itibarıyla ekonomik sorunlara yönelik dayanıklılığını fevkalade geliştirmiş, güvenlik ve jeostratejik konularını da Amerika üzerinden, onun sağladığı şemsiye koruma üzerinden yürüten bir yapıydı. Şimdi ama bunun da yetmeyeceğini veya Amerika’nın bunu yaparken kendilerinin de her zaman kabul edeceği ve halkları tarafından benimseneceği bir politika olmayacağını da görmüş oldular. Maliyet ve bedel var. Bu, ne kadar yönetilebilir? Şimdi bizim onlara tabii baştan beri söylediğimiz şuydu: Avrupa Birliği meselesi, özellikle Türkiye ile alakalı. Biz bunu ortaya koyarken vizyonumuz ne? Avrupa Birliği, esas itibarıyla coğrafi devamlılığı olan bir yapı yani Türkiye, şu anda kendisi de Avrupa’nın bir parçası coğrafya olarak. Hem Orta Doğu’ya bakan hem Asya’ya bakan hem Kafkasya’ya bakan birçok yeri var. Şimdi Avrupa’nın da bir parçasısınız, coğrafi devamlılık olarak siz de Avrupa Birliği üyesi olsanız 2008-2009’lu yıllarda benim değerlendirmem Birleşik Krallık, Avrupa Birliği’nden çıkmazdı.”

Fidan, Birleşik Krallık ve Türkiye’nin doğu ve batıdan iki güçlü aktör olarak AB’ye üye olduğu bir ortamda jeostratejik açıdan AB’nin Atlantik tarafına sürüklenmeyeceğini belirterek “Türkiye, daha farklı çekim dip dalgasına maruz kalmaz, AB-Türkiye yani herkes, bulunduğu yerde daha güçlü bir çekim merkezi oluşturabilirdi jeostratejik olarak.” dedi.

“Aşırı sağ iktidara gelse Avrupa Birliği’nde bizim için değişen bir şey yok”

Bakan Fidan, “Türkiye’yle ilişkilerinde Avrupa ülkeleri, aşırı sağ iktidardaymış gibi davrandı. Dolayısıyla bugün aşırı sağ iktidara gelse Avrupa Birliği’nde bizim için değişen bir şey yok Türkiye olarak. Bizim soydaşlarımız ve vatandaşlarımızla ilgili ne olabilir? Onunla ilgili sorunlarımız olur, endişelerimiz olur. Onları çok yakından takip ediyoruz.” dedi.

Fidan, AB’nin oluşturduğu politikaya ilişkin, “Şöyle bir kaygıyla sürekli Avrupa Birliği politikayı oluşturdu: ‘Biz, Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğini ilerletirsek, Türkiye ile ilişkilerimizde pozitif gündemi çok gündeme getirirsek ne olacak? Biz, aşırı sağa zemin kaybedeceğiz. Onun için Türkiye ile ilgili pozitif konuları ilerletmeyelim, geri alalım.'” diye konuştu.

Bu politikayla AB’nin çok büyük bir stratejik avantajı kaybettiğine dikkati çeken Fidan, “Bu türden uluslararası krizlere dayanıklı olma ile ilgili bir yeteneğinizi kaybettiniz. Büyük bir müttefikle yüzde 100 perçinleşme imkanını kaybettiniz veya geciktiriyorsunuz.” dedi.

Fidan, şunları kaydetti:

“Şimdi sokak siyasetini siz birilerini ötekileştirip kendinizi yüceltme üzerinden kurduğunuz zaman ve bunun üzerinden çok hızlı büyüme stratejisi izlediğiniz zaman, oy kazanma stratejisi izlediğiniz zaman kısa vadede bir şeyler alıyor gözüküyorsunuz ama bunu yaparken çok büyük stratejik dengeleri de darmadağın ediyorsunuz. Bu, bir maliyet öngörme meselesi.”

Küresel ittifaklar

Dünyada yaklaşık 200 ulus devlet aktörünün bulunduğuna ve bunların giderek daha fazla yetkinleştiğine dikkati çeken Fidan, “Giderek daha fazla ticari aktör, devlet dışı aktörün ve teknolojik faktörün içine dahil olduğu bir dünyada güç matriksinin sürekli evrildiğini görüyoruz. Bunu iyi görüp iyi analiz etmek gerekiyor, bütün bu matriksin içine katılan ulus devlet aktörleri başta olmak üzere diğer aktörleri de işin içine alarak.” dedi.

Fidan, bu matriksi analiz etmenin önemini vurgulayarak, hangi nitelikli ittifakların hangi konuda geliştirilmesinin gerektiği konusuna dikkat edilmesi gerektiğini söyledi.

“Hiçbir ülkenin ittifak kurmadan yeryüzündeki krizleri tek başına çok büyük bedeller ödemeden yürütme şansı yok. Her ülke ittifak kurmak zorunda. Ekonomik ittifaklar, güvenlik ittifakları, siyasi ittifaklar.” diyen Fidan, Türkiye’nin devlet kültüründe ittifaklar kurma, onlara dahil olma ve sorumluluklarını getirmeyle ilgili güçlü geleneğinin bulunduğunu dile getirdi.

Fidan, çeşitliliğin, hareketliliğin, devinimin ve dinamizmin olduğu küresel pazarda bütün alternatifleri ve opsiyonları değerlendirdiklerini belirterek, şunları söyledi:

“(BRICS üyeliği) Avrupa Birliği ile bizim ekonomik entegrasyonumuz üyelikle taçlansaydı şimdi Gümrük Birliği düzeyinde ama onun da üstüne gidip üyelikle taçlansaydı belki biz birçok konuda bu türden bir arayış içerisinde olmayacaktık çünkü Avrupa Birliği’nin şöyle bir mekanizması var: Kendi ekonomik ve ticari işbirliğinin, üye ülkenin ihtiyacı olan geliri üretmediği noktada altyapıyla ilgili özellikle, diğer konularla ilgili fonlarla devreye giriyor. Yüzlerce milyar avro para veriyor.”

Fidan, halk tarafından seçilmiş, sorumluluğu bulunan bir hükümet olduklarının altını çizerek “Hükümet, kendi icraatlarını hayata geçirirken halkın bir numaralı ihtiyacına cevap vermek zorunda. Bunun için uluslararası ilişkilerini bu şekilde dizayn eder. Şimdi Avrupa Birliği ile dediğim gibi biz ilişkilerimizi bu şekilde devam ettirip iyi niyetle bir noktaya götürmeye çalışırken bunun duraksadığı bir yerde de ekonomik olarak başka ne türden alternatifler olabilir, buna bakmamız normal.” ifadelerini kullandı.

BRICS

BRICS’i, kurulduğu andan itibaren kurumsallaşması çok fazla gerçekleşmemiş ama bununla ilgili tartışmaların yapıldığı bir platform olarak tanımlayan Fidan, “AB gibi işte entegre edilmiş, ortak para birimi, finansman usulleri, modelleri, yatırım, kriterler, altyapı vesaire bu konuların çok fazla hala olmadığı bir alandayız.” dedi.

Fidan, BRICS’in AB gibi bir model oluşturmak isteyip istemediğine ilişkin soruyu yanıtlayarak, “İşte içine girip göreceğiz. İşte arayışımız o. Dediğim gibi biz, sadece BRICS’e değil ASEAN’a çok yakın bakıyoruz. ASEAN’la da çok yakından ilgileniyoruz. Şu anda Türkiye’nin içinde bulunduğu, merkezinde bulunduğu başka ekonomik işbirliği teşkilatları var. Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatı var. İslam ülkeleriyle kurduğumuz ekonomik işbirliği teşkilatları var. D8 var.” diye konuştu.

Ölçek ekonomisi ve pazar yaygınlığı açısından bakıldığında giderek daha büyük ölçekli entegrasyonlara ihtiyaç duyulduğunu söyleyen Fidan, “Bir de Türkiye’nin ekonomisi çok büyük. Tırnak içinde Türkiye de ‘ekonomi mucizesini’ yaşayan bir ülke yani kendi klasmanında çok az ülkenin olduğu, hemen hemen olmadığı bir ülke. Biz, petrol, gaz gibi hızlı nakit getiren, yüksek nakit getiren, gelir getiren bir finans kaynağımız olmadan endüstri ve teknoloji üretip satarak, sanayi ve teknolojiyle, tarımla ve hizmet sektörüyle G20 arasında olan ve kalmayı başaran bir ülkeyiz.” ifadelerini kullandı.

Fidan, diğer ülkelerin büyük doğal kaynaklara sahip olduğunu ya da büyük ekonomik entegre yapılara mensup bulunduğunu dile getirerek, şunları kaydetti:

“Avrupa Birliği gibi, Kuzey Amerika Paktı gibi veya Amerika’yla tercihli özel ticaret anlaşması olan, onun tarafından desteklenen, diyelim Japonya gibi, Kore gibi ülkelere baktığınız zaman veya Avustralya gibi ülkelere baktığınız zaman çok özel ve tercihli Batı’yla ilişkileri olan ülkeler. Diğer taraftan, Suudi Arabistan var yani petrol var. Şimdi bunların olmadığı bir ortamda Türkiye’nin gerçekten kendi emeğiyle birkaç ülkeyle beraber burada kalması, her türlü takdirin üzerindedir. Bu, sürekli altı çizilmesi gereken bir konu.”

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın liderliğini yaptığı AK Parti iktidarlarının gündemde tuttuğu ekonomi politikalarını çok yakından takip etmek gerektiğini dile getiren Fidan, “İçeride bizim neyi, ne kadar hissettiğimizle beraber dışarıdaki gelişmelerde nerede, nasıl duruyoruz onu da iyi gözetlemek lazım. Dolayısıyla bizim BRICS’e de bakış perspektifimiz esas itibarıyla bu.” dedi.

Fidan, Rusya-Ukrayna Savaşına ilişkin de değerlendirmelerde bulunarak, “Türkiye’nin arabuluculuk iradesi ve rolü her zaman için mevcut, bu Cumhurbaşkanımız için bir numaralı öncelik.”

Bu konuda “pratikte” çok şey yapıldığını söyleyen Fidan, özellikle istihbarat diplomasisi üzerinden yürüyen, enerji ve gıda güvenliği konusunda yapılan anlaşma taslakları konusunda Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) vasıtasıyla yürüyen “çok nitelikli” görüşmeler olduğunu vurguladı.

Fidan, tarafların her zaman “aynı şekilde, aynı yerde” buluşamadığına ama çalışmaların devam ettiğine vurgu yaparak, gıda güvenliği ve enerji alanlarındaki sorunun halledilmesi durumunda “geri kalan büyük savaş ne olacak?” sorusuna odaklanılması gerektiğini belirtti.

Bu alanda “biraz rahatlamaların” olabileceğine değinen Fidan, “Ama savaşın kendisi giderek daha da farklı formlara bürünmeye başlıyor, en başta söylemiştik aynı Gazze’deki savaş gibi bir savaş başladığı andan itibaren eğer siz onu durdurmayla ilgili bir irade koymuyorsanız, bunun hangi yöne nasıl evrileceğine ilişkin net kanaatleriniz olmayabilir ve kontrolden çıkabilir.” dedi.

Fidan, savaşın şu anda Rusya’nın “içerisine” taşındığını vurgulayarak, 500 binden fazla insanın yaşamını yitirdiğini ve durumun Birinci ve İkinci Dünya Savaşı’ndan bahsediyormuş gibi “konvansiyonel” bir savaş olduğunun altını çizdi.

İki tarafta da fabrikaların mermi üretmeye yetişemediğini söyleyen Fidan, saldırıların, insanlara, şehirlerin altyapısına verdiği zarara dikkati çekti.

Bakan Fidan, durumu “çok acı bir tablo” diye nitelendirerek, “şimdi daha da garip olan aynı Gazze Savaşı’nda olduğu gibi uluslararası sistem burada bir olağanüstülük hissiyatında değil. Yüz binlerce insanın burada ölüyor olmasının bir neticesi olmalı. İnsanlar bununla ilgili dert sahibi olmalı. Tabi ki bir taraf kendisi işgal altında bu işgale karşı bir mücadele ortaya koyuyor; ama artık bu bunun çok ötesine geçmiş durumda. Dünyayı ortadan ikiye bölüyor ve giderek daha fazla yaygınlaşma riski gösteriyor.” ifadelerini kullandı.

ABD’nin Avrupa’ya öncülük ettiğine ve “savaşın arkasına savaş” anlayışına değinen Fidan, herkesin ABD’deki başkanlık seçimlerini beklediğini belirtti.

Fidan, seçim sonrası “müzakere ve diyalog”a başlanabileceğinin varsayıldığını söyleyerek, savaşın yaklaşık 3 yıldır devam ettiğini ve tarafların savaş yoluyla “neyi ne kadar ele geçirip, geçiremeyeceklerine” ilişkin bir tablonun oluştuğuna işaret etti.

Durumun “doyum” noktasına gittiğini kaydeden Bakan Fidan, tarafların “kullanmadığı yetenekleri” ve “vurmadığı hedefleri” kozunu da oynayabileceğini aktardı.

Fidan, ABD seçimlerinden sonra diyalog mekanizmasının “açılabileceğine” değinerek, ondan önce de atılabilecek adımlar ve konuşulması gerekenlerin olduğunu belirtti.

Ukrayna-Rusya Savaşı’ndaki başka bir parametrenin de Batı’nın Rusya’ya uyguladığı yaptırımlar olduğunun altını çizen Bakan Fidan, “Bu yaptırımlar da masaya tabiki gelecek büyük bir paket olarak. Bunların hepsinin artık hangi şekilde nasıl müzakere edileceği konusunu göreceğiz. Müzakere edilemezse, başarısız olursa, olay ya yaygınlaşan bir savaşa dönüşecek ya da bir şekilde donmuş bir savaşa dönüşecek.” değerlendirmesini yaptı.

Fidan, donmuş savaşın devam edeceği formatlardan birinin Rusya ile Ukrayna arasındaki cephe hatlarının sabit kalması ve aktörlerin birbirlerine bir şey yapamaması olduğunu söyledi.

Bakan Fidan, gelecekteki duruma ilişkin, “Batı’yla Rusya ve Rusya’nın kendisine çekim merkezinde oluşturduğu ittifaklarıyla başlayan Soğuk Savaş derinleşerek başka bir boyuta evrilerek devam edecek.” dedi.

Fidan, “Şu an da gerek piyasalar, gerek stratejistler ve gerek güvenlik mekanizmaları var olan savaşı hala geçici olarak kabul etmede bir refleks gösteriyorlar. Önümüzdeki aylar, kritik bunun kalıcı etkilere dönüşebileceğini görüyoruz. Çünkü kalıcı etki hesabı yaptığınız zaman alacağımız tedbirlere yönelik de çok büyük mali kaynaklar harcamanız gerekiyor, siyasi kararlar almanız gerekiyor.” dedi.

Senaryonun beklenmeyen şekilde ortaya çıktığı bir durumda, harcanan kaynakların, alınmış pozisyonların boşa gideceğini söyleyen Fidan, “(Senaryonun) Beklediğiniz gibi çıkar, tedbir almış olmazsanız zaman kaybedeceksiniz. Onun için uluslararası sistemdeki aktörler bu noktada bir belirsizliği yaşıyorlar.” diye konuştu.

Fidan, ticaret yollarının inkıtaa uğradığını söyleyerek, “Ukrayna-Rusya Savaşı sadece Ukrayna’da cereyan eden sıcak savaş olmasının ötesinde çok büyük global etkisi olan bir durumda.” dedi.

Türkiye’nin de buna dikkati çektiğini belirten Fidan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da savaşın çok boyutluluğuna ve çok fazla coğrafyayı etkilemesine yönelik vurgu yaptığını hatırlattı.

Fidan, “Savaşta özellikle devam etmede beis görmeyen tarafların da farklı jeopolitik hesapları var.” diyerek, savaşın bu şeklinden fayda sağlayan ülkeler olduğunu ifade etti.

“Bizi endişelendiren formatın değişecek olması” diyen Fidan, savaşın iki parametresi olduğunu söyledi.

Fidan, “Birincisi coğrafya sabit, ring belli. Savaşın olduğu ring Ukrayna toprağıydı ve onun için Ruslar da problem etmiyordu. Ve silahlar belli, nükleer silah hariç her şey. Ringin biraz değiştiğini görüyoruz. Ruslar da artık nükleer stratejileri elde ediyorlar. ‘biz farklı silah kullanabiliriz’ diyorlar.” dedi.

Türk Devletleri Teşkilatı

Yakın zamanda yaptığı Orta Asya ziyareti hakkında konuşan Fidan, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Türk Devletleri Teşkilatıyla (TDT) ve üyeleriyle ilişkileri kurumsal noktada en ileri pozisyona taşımada ciddi bir iradesi olduğunu belirtti.

Fidan, Türk dünyasını Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı’nda (TİKA) çalıştığından beri yakından takip ettiği bir konu olduğunu vurgulayarak, “Soydaşlığımızın yanı sıra duygudaşlığımız var. O duygu ne? Bizler bir araya gelelim, güçlü olalım, bir olalım, etkili olalım, daha caydırıcı olalım.” diye konuştu.

Bunlar sağlandıktan sonra kurumsallaşma gibi pratikte konuların başladığını aktaran Fidan, ekonomik işbirliğinde, güvenlik işbirliğinde kurumsallaşma yönünde izlenecek yol konusunda odaklanma gerektiğini belirtti.

Fidan, Avrupa Birliği’nin (AB), Rusya’nın, Asya Pasifik’teki ülkelerin Orta Asya’ya çok fazla önem gösterdiğini dile getirerek, “Bu kadar rağbet varken, Türkiye’nin de özellikle Türk Devletleri Teşkilatı temelli bir kurumsallaşmayla hem ikili ilişkileri ilerletmesi hem de kurumsal ilişkileri ilerletmesi büyük önem arz ediyor.” dedi.

“Ama bazı alanlar var, sadece yüzde yüz emin olduğunuz, sadece kader birlikteliği yapacağınız, kardeşlerinizle dostlarınızla çıkabileceğiniz yollar var. Güvenlik alanı, savunma alanı, kritik istihbari konular gibi…” diyen Fidan, bunların kritik yapılarak gündem yapılması gerektiğini vurguladı.

Fidan, diğer Türk devletleri ile kıyaslandığında Türkiye’nin ekonomisiyle, teknolojisiyle büyük bir ülke olduğunu belirterek, bu kapasitenin TDT üye ülkeleriyle nasıl paylaşabileceği arayışı içerisinde olunduğunu söyledi.

Balkanlar

Türkiye’nin Sırbistan ve Kosova arasındaki gerilimde üstlendiği role ilişkin soruya yanıt veren Fidan, “Türkiye burada tabi birçok açıdan olağanüstü bir rol oynuyor durumda.” ifadelerini kullandı.

Fidan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bölgedeki siyasal liderlik ağırlığının nasıl bir etki oluşturduğunu gördüklerini belirterek, Türkiye’nin tarihsel olarak Kosova’nın yanı sıra Bosna Hersek’in de bağımsızlığını, egemenliğini ve güvenliğini sonuna kadar desteklediğini dile getirdi.

Diğer taraftan Sırbistan ile de iyi ilişki kurmalarının “güçlü siyasi liderlik” ile mümkün olduğunu vurgulayan Fidan, “Türkiye şunu da gören bir olgun devlet profili ortaya koyuyor. Biz her ne kadar bu ülkelerle kardeşçe tarihsel bağlarımız olsa da Sırbistan’ın da belirli noktalardaki menfaatleriyle ilgili konuşulabilirlik durumunu görüyoruz. Bosna ve Kosova’nın bağımsızlığıyla ilgili bir problem olmadığı sürece”. değerlendirmesini yaptı.

“Hep aktif bir barış dili kullanıyoruz”

Fidan, Vucic’in Cumhurbaşkanı Erdoğan’a bu noktada güven duyduğunu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da tarihi sorumluluklarla “Balkanlar’daki barışı ve istikrarı nasıl sağlayabilecekleri” vizyonuna sahip olduklarını dile getirdi.

Fidan, “Dikkat ederseniz gerek Suriye olsun, gerek Irak olsun, gerek Balkanlar olsun, gerek Karadeniz olsun, Orta Doğu olsun hep aktif bir barış dili kullanıyoruz. Aktif bir barış dili derken şunu ifade ediyorum. Durduğumuz yerden resmi beyanatlarla biz dünyada barış görmek istiyoruz kimse savaşmasın diye bir cümle kurmakla yetinmiyoruz. Biz gerçekten haklı veya sebepleri olan bu savaşların çözümlenmesi, dondurulması barışa evrilmesi konusunda neler yapılabilir onun samimi çabası içerisindeyiz.” diye konuştu.

Bu çabanın konuları ve aktörleri bilme, kesintisiz veri toplama ve etkileşim içerisinde olma ile ortaya çıktığını kaydeden Fidan, Türkiye’nin güvenilir bir aktör olduğunu vurguladı.

Bakan Fidan, “Özellikle bölgemizdeki çatışmaların durması, Türkiye’nin ve müttefiklerinin önümüzdeki yüzyıllar boyunca bölgemizde oluşturacağı refahın ve güvenliğin de bir anahtarı.” dedi.

Irak’ın işgalinin ardından bölgenin istikrarsızlaşmasına rağmen Türkiye’nin istikrarlı şekilde yoluna devam ettiğine dikkati çeken Fidan, “Sadece Türkiye’nin bu bölgede istikrarlı, güvenli şekilde kalması, ekonomisini ve güvenliğini bu süre içerisinde sürekli artırması, ilerletmesi mucizevi bir konu esas itibarıyla. Bu profesyonelliği, bu odaklanmayı bizim devam ettirmemiz gerekiyor.” ifadelerini kullandı.

Fidan, Türkiye ile ABD arasındaki F-35 ve S-400 konularına ilişkin, ABD’nin Hasımlarına Yaptırımlar Yoluyla Karşılık Verme Yasası’nın (CAATSA) varlığına işaret ederek “Belli Rus ürünlerini alanlara yönelik yaptırım uyguluyorlar. Bu yaptırımları da çeşitli şekillerde yapıyorlar. Bunu da yasaya bağlamışlar. O yasanın bir bağlayıcılığı var. Bu yasanın ortaya atıldığı dönemde var olan şartlarla şimdiki şartlar değişmiş şartlar.” diye konuştu.

Türkiye’nin Amerika’da senatoyla, siyasilerle, ulusal güvenlik yetkilileriyle yaptığı görüşmelerde gelinen noktada, iki tarafa da hizmet etmeyen yaklaşımların, iki ülke arasındaki ilişkileri daha da kronik hale getiren bir rol oynadığının belirtildiğini söyleyen Fidan, “O da belli bir noktada kabul görüyor. Yani bunu daha olumlu bir şekilde nasıl çözebiliriz? Bunun arayışı içerisindeyiz.” dedi.

Konuya ilişkin her iki tarafın da çözüm için önerilerde bulunduğunu belirten Fidan, “Bizim amacımız CAATSA’dan çıkmak. Çünkü Savunma Sanayi Başkanlığımız, CAATSA’ya şu anda tabi olmuş durumda. Alacağımız üründen bağımsız konuşuyorum ben. Çünkü bu türden hava savunma ürünleri, hava taarruz ürünleri, bunların hangisi alınır, hangisi alınmaz, hangi miktar alınır bütün bunların kararını verecek olan profesyonel yapı, Milli Savunma Bakanlığımız, Hava Kuvvetleri Komutanlığımızdır. Onlar bu noktada teknik otoritedir esas itibarıyla.” diye konuştu.

Fidan, Bakanlığın olayın siyasi boyutunu yönetmekle yükümlü olduğunu belirterek, “Tıpkı F-16 olayında olduğu gibi. Silahlı Kuvvetlerimiz F-16 ile ilgili bir ihtiyaç iradesi ortaya koyduğunda Cumhurbaşkanımız (Recep Tayyip Erdoğan) tarafından onaylanmış, Amerika’da bu tıkanmıştı. Peki bu tıkanıklığı biz nasıl giderebiliriz siyasi olarak? Yani ona bir plan program geliştirildi ve bu siyasi engel aşıldı. Amerikan Senatosu’ndaki bu siyasi engel kalktı. Daha sonra üretici firma ile Milli Savunma Bakanlığının arasındaki teknik bir müzakere konusu bundan sonrası. Şu anda bir siyasi problem yok.” ifadelerini kullandı.

Bakan Fidan ayrıca şunları kaydetti:

“F-35, CAATSA’dan dolayı takılmış durumda. Bu konuyu sadece F-35’ten dolayı değil, CAATSA’yla ilgili konudan dolayı çözmeye çalışıyoruz. Bu çözülürken yanında F-35’le de ilgili bir çözüm gelirse tabii ki tercihe şayan bir durum olur. Dediğim gibi o konudaki nihai teknik otorite makamı, değerlendirme makamı, Mili Savunma Bakanlığımız, Hava Kuvvetleri Komutanlığımız. Ama biz olayın siyasi boyutunu yönetmede her türlü çabayı şu anda gösteriyoruz. Yaratıcı formüller, çözümler neler olabilir onlar üzerinde duruyoruz. Tabii Cumhurbaşkanımızın günün sonunda nihai yönlendirmesi, bakışı belirleyici olacak ama siyasi ayağını yakından takip ediyoruz. Bu konunun artık iki ülke ilişkilerinde bir ayak bağı olduğu konusunda en azından her iki taraf da hemfikir.”

Somali ile Etiyopya arasındaki Ankara Süreci

Bakan Fidan, Somali ile Etiyopya arasında “Ankara Süreci” olarak adlandırılan diplomatik girişime ilişkin, iki ülkenin dışişleri bakanlarıyla iki defa toplandıklarını hatırlattı.

Sürecin başlamasından önce Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın iki ülkenin liderleriyle görüştüğüne ve bu liderlerin Türkiye’ye bazı mesajlar verdiğine işaret eden Fidan, bunun neticesinde inisiyatif almaya karar verdiklerini aktardı.

Etiyopya ile Somali arasında öncesinde devam eden Nairobi Süreci’nin ilerlemediğini görünce devreye girme kararı aldıklarını kaydeden Fidan, her iki ülkeyle ve liderleriyle iyi ilişkilere sahip olduklarına işaret etti.

Fidan, iki ülkenin de Türkiye’nin sürece dahil olmasından memnuniyet duyduğunu aktararak, Türkiye’nin güvenilir ve dost olma özelliği taşımasının önemli olduğunu belirtti.

İki ülke arasındaki konunun tarihsel ve güncel çok fazla parametresi olduğunu ama aynı zamanda iki maddeye indirildiğinde basitleştiğini söyleyen Fidan, olayı iki taraf için de kavramsal olarak basitleştirdiklerini vurguladı. Fidan, “Her iki tarafa da dedik ki: Tamam, sen tarihsel konu anlatıyorsun, sıkıntılar var, güvensizlikler var, problemler var.” diye konuştu.

Etiyopya ve Somali’nin talepleri

Fidan, gerekirse garantörlük rolünü üstelenebileceklerini söyleyerek “Günün sonunda Somali’nin istediği gerçekten toprak bütünlüğüne saygı duyulması ve tanınması. Etiyopya’nın istediği de ticari olarak sıcak denizlere açılma meselesi. Çünkü denize kıyısı olmayan bir ülke, nüfusu büyük, o ekonominin diğer kıyıdaş ülkelerle sağlıklı bir ticaret ilişkisi, erişim ilişkisi, mekanizması kurması gerekiyor.” ifadelerini kullandı.

Güvenilir ortakların iyi niyetle, konudan istifade etmeyerek kendisine başka bir hesap alanı kurmadan devrede olmasının önemli olduğunu vurgulayan Fidan, “Çünkü çoğu zaman uluslararası sorunlar bulundukları bölgede oradaki aktörler tarafından çözülemediği zaman dışarıdan başka bir aktör gelir; çözermiş gibi gözükür ama çözerken size uygun bir hesap değil, kendine uygun bir hesap yapar. Onun neticesinde de siz daha büyük bir problemle çok daha uzun yıllar baş başa kalırsınız.” diye konuştu.

Türkiye’nin iyi niyet gösterdiğinin ve profesyonelliği koruduğunun altını çizen Fidan, “Tarafları belli bir noktaya yaklaştırdığımızı düşünüyoruz. İnşallah bunu da devam ettireceğiz. Liderler düzeyinde şu anda devam ettirdiğimiz görüşmeler var. Bakanlar düzeyinde devam ettirdiğimiz görüşmeler var. Ben umutluyum.” dedi.

Fidan, Ankara Süreci’nin üçüncü tur görüşmeleri kapsamında tarafları Ankara’ya getirip tartıştırmaktan ziyade, Türkiye’nin birebir iletişim kurarak tarafların pozisyonlarını yakınlaştırmayı ve nihayetinde tarafları bir araya getirerek anlaşmaya varmayı hedeflediğini kaydetti.

Görüşmelerde alınan bazı dersler olduğunu anlatan Fidan, “İki turdan aldığımız dersler var, temel yakınlaşmalar var, çözdüğümüz problemler var, ne nerede duruyor onu biliyoruz.” şeklinde konuştu.

“Türkiye, üçüncü büyük diplomatik ağı olan ülke”

Bakan Fidan, bakanlıktaki çalışmalar ve Diplomatik Güvenlik Genel Müdürlüğünün kurulmasına ilişkin soruyu yanıtladı.

Devletin kritik stratejik organlarının günün ihtiyaçlarına uygun yeniden reforme edilmesi ve organize edilmesinin fevkalade önemli olduğunu, Milli İstihbarat Teşkilatındayken (MİT) uzun yıllar alan bir yeniden organizasyon durumu oluştuğunu belirten Fidan, “Burada tabii oradaki tecrübenin üzerine bunu çok daha kısa ve hızlı yapma imkanımız oldu. Sağ olsun Cumhurbaşkanımız da büyük destek verdiler, aynı MİT’te olduğu gibi.” dedi.

Fidan, bakanlıkta, organizasyonel konuda günün ihtiyaçlarına uygun, Dışişleri Bakanlığı teşkilatını reforme etmeyle ilgili hedeflerine yüzde 90-95 ulaştıklarını aktararak, şöyle devam etti:

“Türkiye yani belli uluslararası indekslerinin hesaplamalarına göre dış misyon sayısında dünyada üçüncü büyük misyon sayısına sahip. Diğer bir tabirle, üçüncü büyük diplomatik ağı olan ülke. Bu kadar büyük bir gövdeniz var, 260 misyonunuzla çok çeşitli konularda faaliyet gösteriyorsunuz. Yani bu gövdeyi yönetecek bir karargaha, bir beyne ihtiyaç var.”

“(Arabuluculuk) Bunu kurumsallaştırmak lazım”

Bakanlıktaki organizasyonun, Türk dış politikasının çağdaş, güncel, dijital çağda yönetebilecek ve modern diplomasinin gereklerine uygun, hem coğrafya bağlamını hem de konusallığı beraber götürebilen bir yapıda olacak şekilde yapılandırıldığına dikkati çeken Fidan, Kuzey-Güney Amerika, Türk dünyası, Afrika ve Avrupa için bakanlıkta oluşturulan genel müdürlüklere değindi.

Fidan, arabuluculuğun çok önemli olduğunu ve bu konuda bir ihtisas genel müdürlüğü oluşturduklarını belirtti. Arabuluculuğun, Türkiye’nin kullandığı en büyük diplomatik araçlardan biri olduğunu söyleyen Fidan, “Bunu kurumsallaştırmak lazım, oradan dersler almak lazım. Onu gören bir tematik alanın olması lazım.” dedi.

Bilim ve teknoloji politikalarının uluslararası ilişkilerin fevkalade önemli bir alanı olduğunu vurgulayan Fidan, bu alanda yeni bir genel müdürlük kurulduğunu söyledi.

Fidan, TİKA, Kızılay, AFAD ve sivil toplum kuruluşlarının insani yardım çalışmaları yaptığını belirterek bunun, Türk dış politikasında önemli bir etken ve çarpan oluşturduğunu dile getirdi.

260 misyonun korunmasının eskilerin tabiriyle “ilim” olduğunu dile getiren Fidan, şunları kaydetti:

“Yani bu bir uzmanlık alanı, misyonu koruma. Başka bir ülkedesiniz, fiziki misyonları koruyacaksınız, buraya seçilecek olan emniyetçi arkadaşların eğitilmeleri, gönderilmeleri, buradaki misyonların hangisinin hangi güvenlik ihtiyacı var? Yani falan ildeki başkonsolosluk falan ülkede kaç koruma görevlisi olması lazım, nerede bulunması lazım? Ne kadar kameraya ihtiyacımız var? Yani bunu rastgele yapamazsınız. Bunu bir uzman alanın yapması lazım. Bunu oradaki büyükelçiye de bırakamazsınız, merkezdeki diplomata da bırakamazsınız. Bunu ehlinin yapması lazım.”

Fidan, bütün büyük ülkelerin dışişleri bakanlıklarında diplomatik güvenlikle ilgili bir birim olduğunu, bunlardan en büyüğünün ise ABD’de olduğunu söyledi.

“(Diplomatik Güvenlik Genel Müdürlüğü) Misyonlarımızın güvenliğini sağlayacak, bilgi sızmasını engelleyecek”

Fidan, Türkiye’nin dış misyonlarının güvenliği konusunun MİT’te çalıştığı yıllarda gördüğü bir ihtiyaç olduğunu belirterek, Türk diplomat ve dış misyonlarının güvenliğini daha profesyonel şekilde yönetmeleri gerektiğini söylediklerini aktardı.

Bunun fiziki güvenlik ve bilişim güvenliği olarak iki kısma ayrıldığını ifade eden Fidan, “Sırların çalınmaması lazım. Yani bilişim güvenliği olmazsa, kripto güvenliği olmazsa sırlarınız çalınır.” değerlendirmesini yaptı.

Bakan Fidan, bir yere büyükelçilik inşa ederken sürecin başından sonuna takip edilmesinin ve güvenlik önlemlerinin alınmasının önemine işaret ederek güvenlik yapılanmasının, yerel ve yabancı personellerin erişebileceği bölgelerin belirlenmesine kadar titizlikle yürütülmesi gereken süreçler olduğunu anlattı.

Fidan, Diplomatik Güvenlik Genel Müdürlüğünün görevleri konusunda, “Dışarıdaki misyonlarımızın fiziki, ekonomik, bilgi güvenliğini sağlayacak, istihbarata karşı koyma dediğimiz bilgi sızmasını engelleyecek.” ifadesini kullandı.

Türkiye’nin diplomasisinin “şaha kalktığını” ve Türkiye’nin çok kritik konuları yönettiğini vurgulayan Fidan, Türkiye’nin dış misyonlarıyla sürekli iletişim içinde olduklarını hatırlattı.

Bakan Fidan, bilgilerin sızma ve hacklenmesi ile casusluk risklerine karşı tedbirli olunması gerektiğini kaydetti.

Türk dış politikasının daha da dayanıklı şekilde meydan okumalara cevap verdiğini, fırsatları ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ortaya koyduğu siyasi iradeyi daha iyi değerlendirdiğini vurgulayan Fidan, bakanlıkta da uzun yıllardır çok fedakarca emek veren birçok çalışan olduğunu dile getirdi.

Fidan, hep birlikte üzerlerine düşen görevi yaptıklarını ve giderek daha iyi bir noktada olacaklarını kaydederek “Ama meydan okumalar değişmeyecek, giderek artacak. Bizim her zamankinden daha profesyonel, daha dayanıklı olmaya, daha fazla yetenek ve kabiliyet üretmeye ihtiyacımız var.” dedi.