Bizans ve Osmanlı’dan izler taşıyan Lala Hayrettin Camisi yeniden ayağa kaldırıldı

Chalkoprateia Meryem Kilisesi olarak bilinen İstanbul’un fethinden sonra cami olarak hizmet veren Lala Hayrettin Camisi yerli ve yabancı ziyaretçileri ağırlıyor.

Anadolu Ajansı

Anadolu Ajansı

4 Tem, 2024

Chalkoprateia Meryem Kilisesi olarak bilinen ve İstanbul’un fethinden sonra cami olarak hizmet veren Lala Hayrettin Camisi, 1600 yılı aşan tarihiyle yerli ve yabancı ziyaretçileri ağırlıyor.

Restorasyonu tamamlanarak hizmete sunulan yapı, Vakıflar Genel Müdürlüğünce “Vakıf Haftası 100. Yıla Özel 201 Eser Toplu Açılış Töreni” kapsamında Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından mayıs ayında resmi olarak açıldı.

Sultanahmet’te yer alan yapıya ilişkin AA muhabirine açıklamada bulunan arkeolog Murat Sav, yapının, İstanbul’un fethinden sonra, 15. yüzyılın sonlarına doğru cami olarak kullanıldığını söyledi.

Sav, 20. yüzyılın başlarında yaşanan deprem felaketi sebebiyle deformasyona uğrayan caminin birçok yerinin çöktüğünü aktararak, bu nedenle yakın döneme harabe halinde ulaştığını dile getirdi.

Yapı alanında 1960’lı yıllarda, yerinde kazı çalışmaları yapıldığına işaret eden Sav, “Bu kazı çalışmaları neticesinde hem Bizans dönemine ait yapının kimliği hem de Osmanlı dönemindeki hali ile ilgili elde edilen detaylardan hareketle bazı projeler yayınlandı. Yaklaşık 10-15 yıl önce, tekrardan buranın ayağa kaldırılması konusunda karar alınınca, projelendirme sürecine girildi. Projenin devamında ise sponsor vasıtasıyla da burası ayağa kaldırıldı.” dedi.

“Yapı, 6. yüzyılda tekrardan yapılıyor”

Murat Sav, yapının Bizans döneminde aslında büyük bir bazilika olarak inşa edildiğine dikkati çekerek, şu bilgileri verdi:

“Öngörülen iç mekanın uzunluğu 30 metre. Cami olarak düzenlenmiş alan ise apsis ve bema adını verdiğimiz bazilikada bir bölüm, aslında en önemli bölüm diyebiliriz. Kripta adını verdiğimiz, kutsal bakiyelerin korunduğu mezarı da içerisine alan bölüm. Burasının özgün olarak ilk yapıldığı dönem 5. yüzyıl. Osmanlı’da olduğu gibi Bizans döneminde de özellikle saray çevresine ait kadınlar, önde gelen imparatoriçeler veyahut da ona yakın kimseler, banilik faaliyeti olarak çok ciddi işler yaptı. Onlardan bir tanesi de burayı inşa ettiren Pulcheria.”

Bazilika olarak yapıldıktan çok kısa bir süre sonra, 475 yılında Konstantinapoli’de devasa bir yangının ortaya çıkmasıyla, yapının oldukça zarar gördüğünü aktaran Sav, “Bunun devamında yapı, 6. yüzyılda tekrar yapılıyor, bazilika olarak mevcudiyetini devam ettiriyor. Fakat 9. yüzyılda kırma çatısı yerine bir de kubbe inşa edildiğini öğreniyoruz. Sonrasında ise 12. yüzyılda büyük ihtimalle yine deprem ve yangınlar nedeniyle zarar görüyor ve yapının yerinde üç tane şapel ortaya çıkıyor. Yani nispeten daha küçük kiliseler.” diye konuştu.

“Bizans mimari yapı kompleksinde çok önemli ve özel bir yere sahipti”

Sav, bazilika olan yapının avlusunda yer alan dairesel planın bir kısmının bugün yan taraftaki otelin altında kaldığını kaydederek, “Korunmuş durumda. İçerisinde kısmen de olsa freskolar mevcut. Yapı çok eski. Büyük bir ihtimalle 5 ve 6. yüzyıllar civarında inşa edilmiş olması gereken bir eser.” ifadelerini kullandı.

Yapının Bizans açısından kutsal noktaları olduğunun altını çizen Sav, şunları kaydetti:

“Burası Meryem Ana adına yapılıyor. Özellikle de kadın baniler tarafından, Meryem Ana adına yapılan yapılar çok sayılıdır. Onlardan bir tanesi de burası oluyor. Yine 5. yüzyılda Kudüs’ten getirildiğine inanılan birkaç kutsal emanet de burada korunuyor. Bunlardan bir tanesi Meryem Ana’ya ait olduğu öne sürülen bir kuşaktır. O kuşaktan mucizeler ortaya çıktığına inanılıyor, o yüzden çok değer veriliyor. Buranın kutsal kısmında korunuyor bu tür malzemeler. Bugün günümüze ulaşan kripta adını verdiğimiz, haç planlı bir mekan var, belki de orada korunuyordu. Buranın yine ayrı bir özelliği de Ayasofya, 532-537 yılları arasında inşa edilirken, beş yıl boyunca burası patrikhane olarak görev yaptı. Bu nedenle de Bizans mimari yapı kompleksinde çok önemli ve özel bir yere sahipti.”

“Bazilikanın özgün döşemelerinin bir kısmı da ortaya çıktı”

Sav, Osmanlı döneminde yapının harap durumda olmasından dolayı sadece apsis bölümünün camiye çevrildiğini belirterek, “Yani kısıtlı bir alanı dönüştürülüyor. 18. yüzyılda ise hemen yan tarafına Zeynep Sultan Camisi inşa ediliyor. Zeynep Sultan Camisi ile bugünkü mescit yapısı arasında bir yol geçer. O sokak aslında eski bazilikanın kuzey nefini oluşturuyor. Hatta bugün bazilika ayağı, duvarın bazı fragmanları, sokak cephesinde de devam eder. Onarım ve restorasyon çalışmaları sırasında örneğin hemen batı cephesinde ön tarafta sundurma gibi düzenlenmiş bir alan var. Zaten biliniyordu ve ortaya çıkmış oldu. Orada bazilikanın özgün döşemelerinin bir kısmı da ortaya çıktı. Onun da korunması ve isteyenlerin görebilmesi için üzeri cam ile kapatıldı.” dedi.

Restorasyon çalışması sırasında avluda bir kuyu bulunduğunu sözlerine ekleyen Sav, yapıda hem Bizans hem de Osmanlı döneminden duvar ve parçaların olduğunu ve caminin ciddi bir onarımdan geçtiğini vurguladı.

Arkeolog Sav, yapıdaki fresko ve bezemelerin yaşanan yangınlardan dolayı yok olduğuna ve bugüne ulaşamadığına dikkati çekerek, “Sadece mihrapta bazı ufak detaylar ortaya çıktı. Ancak kavrulmuş durumda olduğundan dolayı bunları da muhafaza etmek mümkün değildi. Buradaki özgün tek şey, mihraptaki yıpranmışlıklar içerisinden çözümlenebilen bezemeler oldu. Haliyle burada hem Bizans hem Osmanlı döneminden, yapının geçirdiği aşamalara dair elde edilen bütün bulgular korunup, mümkün mertebe gösterilmeye çalışıldı. Yani modern restorasyon tekniği aynı zamanda gelenekseli koruyan şekliyle burada yaşamaya devam ediyor.” değerlendirmesini yaptı.